Yağmurlu mevsim..
Bir anda, güneşli gökyüzünü kara bulutlar kapladı. Yağmurun şiddetlenmesiyle günlük işlerini yapan kenar mahalle sakinleri korkuyla evlerine döndüler.
Yağmur suları kenar mahallenin sokaklarında hızla yayılmaya, evleri sonuna kadar batırmaya başladı. Yıllardır tamir edilmeyen kanalizasyon sistemi işini iyi yapmadığından, yağmur suları kenar mahalleleri kaplıyordu.
Meishan Yetimhanesinde.
Kapının yanında, 30'lu yaşlarında bir kadın, yaşları 7'den 11'e kadar olan bir düzine kadar çocuğu kum torbalarını taşımak için yönlendirdi, şiddetli seli önlemek umuduyla onları eşiğin üstüne yığdırdı.
''Dean, buraya yardım etmeye gel.''
''Onu çağırmak işe yaramaz, o bir aptal.''
‘'Cidden!''
Kum torbalarını taşımaktan yorulmuş, terleyen bir kaç çocuk, sessizce pencereden fazla uzakta olmayan küçük bir çocuğa baktılar. Kızgın olsalar bile, bir işe yaramayacağını biliyorlardı. Sadece dişlerini sıkıp kum torbalarını kapıya göndermeye devam edebilirlerdi.
Küçük çocuk 7 veya 8 yaşlarında gözüküyordu. İnce, uzun yapısı onun 11 yaşındaki birine benzemesine neden oluyordu. En göze çarpan özelliğiyse rengiydi. O kadar beyazdı ki, sanki hastalıklı biriymiş gibi soluktu. Diğer herkesin cilt rengi güneşte kalmaktan karardığından, onun deri rengi diğer çocukları kıskandırıyordu.
Dudian iç çekti. Soğuk hava deposunu terk edeli 3 aydan fazla olsa da, bedeni hala bir şeyleri kaldırmak için yeteri kadar iyileşmemişti.
Kum torbalarını taşımayı bırak, ayakta durmakta bile zorlanıyordu.
Ancak, böyle bir durumda bile şanslı olduğunu söylemek mümkündü. Her şeye rağmen, felaket Çin'e yayıldığında şirket ilk dondurucuyu daha yeni yapmış ve deneysel bir değişiklik için yeteri kadar zaman yokken hiç kimse böyle bir hatanın yapılabileceğini öngörmemişti. 300 yıl boyunca dondurucunun içinde uyuyabilmesi bile bir mucizeydi.
Yine de, hiç de mutlu hissetmiyordu.
O hayattaydı ama annesi, babası ve kız kardeşi geride kalmış ve korkunç felaketle karşmışlardı. Bir şekilde hayatta kalacak kadar şanslı olmuş olsalar bile 300 yıl sonra toprağa karışmışlardı.
Bu uçsuz bucaksız yeni dünyada artık hiç bir sevdiği yoktu. Bu yeni dünyayla başa çıkmak zorunda kalacaktı.
Üzgün olmasına rağmen, umutsuz değildi çünkü ailesinin ona ikinci bir şans verdiğini biliyordu. Kolayca pes etmeyecekti. Sadece iyi bir hayat sürdürmeyecek, ölmüş ailesini onurlandırmak için gerekeni yapacaktı.
Şansına, Tanrı insan ırkını korumuştu. Dudian soğuk hava deposundan çıktığında, aklına gelen ilk şey dünyadaki yaşayan tek kişi olduğuydu. Deponun olduğu çöp yığınından dışarı çıktığında insanların neslinin daha tükenmediğini fark etti. Görünüşe göre bu felaketten sadece birkaç kişi kurtulabilmişti, ama 300 yıllık gelişmenin ardından insan nüfusu tatmin edici bir boyuta gelmişti.
Ne yazık ki, felaket yüzünden teknoloji ve medeniyet yok olmuştu. Dudian eski bilim çağının ve teknolojisinin hiçbir izine rastlamamıştı. Elektrik hakkındaki bilginin kaybolmasıyla günlük hayat zorlaşmıştı.
Dışarıdaki fırtınanın durmasıyla, Dudian düşüncelerinde kaybolmuştu.
Herkes kum torbalarının arkasındaki suların azalmasını izlerken rahatladı. Sanki hiç bitmeyen bir savaştan çıkmış gibi yorgunluk üzerlerine çökmüştü. Orta yaşlı kadın kara bulutların giderek dağılıp güneşli bir gökyüzünün ortaya çıkmasını izledi ve ''Akşam yemeği için kafeteryaya gitmeye hazırlanın.'' dedi.