Ticari bölgenin kuzeyi.
Şehrin dışında soylu bir aileye ait olan bir kale dimdik duruyordu. Zaman zaman kalenin etrafında şövalyeler devriye geziyordu. Omuzlarındaki rozetlerde bir mızrak vardı. Bu Ryan ailesinin sembolüydü.
Shang şehrinin vatandaşları, kasabanın Ryan ailesinin yönetiminde olduğunu biliyorlardı. Bir zamanlar, Ryan ailesi ticari bölgedeki en nüfuzlu soylu ailelerden biriydi. Ancak, şeytani bir simyager yüzünden başlarına bela açmışlardı. Eski kaldıkları yer ve tüm toprakları simyagerin alevleri yüzünden bir çöle dönüşmüştü. Şu anda aileleri gün geçtikçe çöküyordu. Bu şehir ellerinde kalan tek yerdi.
Yıllık gelirleri, en güçlü ailelere çalışan bir şövalyenin gelirinden bile daha azdı.
İhtiyar aile reisinin tavrı gün geçtikçe kötüleşüyordu. Her yıl vergileri arttıyoru. Yüsek vergiler yüzünden şehirde kalanlar zor zamanlar geçiriyordu.
O anda, siyah bir araba yavaşça şehrin sokaklarına girdi.
Arabanın kapısı açıldı ve dışarı dört kişi çıktı. En önde ipince ama uzun bir genç vardı. Elinde bir buket gül vardı. Kıyafetleri sıradan olsa da dimdik duruyordu. Tıpkı bir centilmen gibi gözüküyordu.
Dudian bir otel odası kiraladı ve odanın kapısını kapattın sonra diğerlerine dedi ki, "Siz bu küçük şehirde kalacaksınız. Şehir, Ryan ailesinin kontrolü altında. Şu anki göreviniz Ryan ailesi hakkında bilgi toplamak. Ekonomik durumları, ailede kaç kişi olduğu ve askeri güçleri. Üstelik, Ryan ailesinin reisinin hobileri, çocukları, fetişleri ve öyle şeyleri de araştırın."
Kroen dedi ki, "Dean, bu bilgilerle ne yapacağız?"
"Birkaç güne öğrenirsin." Dudian iç karartıcı bir ifadeyle cevap verdi, "Araştırabildiğiniz kadar araştırın ama en önemli şey kimliklerinizin ortaya çıkmaması. Sakın gereksiz bir şeyler yapmaya kalkışmayın."
Üçü de başını salladı.
Barton dedi ki, "Dean, sen nereye gidiyorsun?"
"Ben asıl misafirimizi karşılamaya gideceğim." dedi Dudian ve Joseph'in sardığı iki çubuğu aldı.
Joseph'in yüzü değişti, "Seni hapse tıkanlara karşılık mı vereceksin?"
"Karşılık vermek ya da intikam değil." Dudian gülümsedi, "Bu erdemli bir davranış olacak."
"Görevi bitirmeniz için size 5 altın sikke vereceğim." Dudian cebinden altın sikkeleri çıkarttı ve onlara uzattı, "Dikkatli olun, aceleye gerek yok. Etrafa uyum sağlayın ve insanları tanıyın. Ardından bilgi kendi gelecektir!"
Altınları aldılar.
Dudian rahat bir şekilde küçük oteli terk etti. Barton ve diğer ikisinin görevi tamamlarken bazı zorluklarla karşılaşacağını biliyordu. Ama artık bilenme zamanları gelmişti. Bu onlar için iyi bir tecrübe olacaktı.
...
...
Dikenli Çiçek Hapishanesi. Kalenin içi.
Hapishane müdürü Jones'un elinde siyah kuzgunun getirdiği mektup vardı. Yüzünde bir gülümsemeyle masanın karşısında oturan genç adama baktı, "Küçük şeytanı kenar mahallelere kadar takip etmişler."
Masanın karşısındaki genç adam siyah bir zırh giyiyordu ve yüzünde upuzun bir yara vardı. Ama yara onu daha da çekici yapıyordu. Genç adam hafifçe gülümsedi, "Sürekli yağmur yağdığından kokusunu kaybettik ama şimdi ortaya çıktı. Artık kaçamayacak. Frank onu neden daha getirmedi?"
Jones başını salladı, "Küçük şeytan çok akıllı. Onu bulamadı ama çocuğun eski bir arkadaşını buldu. Ancak, pek bir bilgi çıkmamış. Lakin arkadaşının söylediği yerde de yokmuş. Bu küçük şeytan buradan kaçabildiğine göre bayağı akıllı olsa gerek.
Siyah zırhlı genç güldü, "Ne kadar dikkatli olursa olsun elbet bir kanıt bırakacak. Eğer kenar mahallelerdeyse orada yakalarız. Bir delik kazıp içine girse bile onu çekip çıkartacağım!"
"Koku duyularına güvenim tam." Jones kıkırdadı.
Genç adam çayından bir yudum aldı ve gitmek için ayağa kalktı, "Fareyi yakalayana kadar dönmeyeceğim."
Kahya odadan çıkan gencin arkasına baktı. Gözlerini ondan çekip hapishane müdürüne yöneltti, "Bu çocuk sadece Mellon Vakfından başlangıç seviyesinde bir avcı. Sırf Juranzhi'den büyü damgası aldı diye küçük şeytanı bulabilir mi ki?"
Jones gülümsedi, "Vahşi köpeğin avlanma yeteneklerini küçümseme."
Kahya Peter sessizlik içinde başını salladı.
...
...
Ticari bölge. Adliye binası.
Adliye ofisi birçok küçük şehirdeki ve bazı ticari bölgedeki davalara bakıyordu. Hava yavaştan kararıyordu. Memurlar davalarının üzerinde çalışıyorlardı. Bir çırak kapıyı çaltı ve cevap beklemeden içeri girdi. Elindeki belgeleri masanın üzerine koydu.
"Hocam, bu Bohr şehrindeki alkol davası."
"Bu da Mick'in davası."
Masanın ardında ince gözüpek biri oturuyordu. Üstünde altın işlemeli kırmızı bir cüppe vardı. Başını öne eğmiş elindeki dosyaya bakıyordu. Çırağın sözlerini duyunca dedi ki, "Tamam, sen gidebilirsin."
Genç kız dedi ki, "Hocam, yakında yağmur yağacak. Siz de erkenden çıkın da dinlenirsiniz."
Adam pencereden dışarı baktı ve gökyüzünde kara bulutların toplandığını gördü. Görünüşe göre yakında yağmur yağacaktı.
Hafiften kaşlarını çattı ve başını salladı, "Anladım, sen önden git."
Genç kız ona baktı ama hiçbir şey demedi. Arkasını döndü ve oradan ayrıldı.
O gittikten sonra adam birkaç davaya daha baktı. Sonra elindeki tüyü kalem tutacağına koydu. Ayağa kalktı ve diğer dosyaları toplamaya başladı. Onları dolaba yerleştirdi. Diyakoz şapkasını taktı, şemsiyesini aldı ve ofisten çıktı.
"Diyakoz Huey."
"İyi akşamlar diyakoz bey."
Adliyenin memurları ve şövalyeleri orta yaşlı adamı görünce eğildiler ve saygıyla onu selamladılar.
Adam böyle davranışlara alışmıştı, sakin bir şekilde adliyeden çıktı. Yağmur damlaları kıyafetine geldi. Başını kaldırıp yukarıya baktı ve kaşlarını çattı. Şemsiyeyi kaldırdı. Bir süre sonra yağmur sağanağa dönüştü.