Aranıyor

198 34 0
                                    

Gardiyan kaşlarını çattı ve hücrenin içine baktı. Duvardaki gaz lambası hücreyi yeteri kadar aydınlatmıyordu. Gardiyan karanlıkta az çok hasırın üstünde yatan birini görebiliyordu.


"Gel ve ye." diye bağırdı gardiyan. Dudian'in hareket etmediğini görünce arabayı itti ve gitti.

...

...

Hapishanenin dışında sağanak yağmur vardı.


Kara kış çoktan geçmişti ve yağmurlu mevsim başlamıştı. Her gün yağmur yağıyordu. Sürekli yağmur yağdığından etraf pusluydu.


Gölün kenarında hafif bir hareketlenme oldu. Bir çift siyah göz etrafa bakıyordu. Yağmur çok yoğun olduğundan hiç kimse doğru düzgün göremiyordu ama o gözler her şeyi görebiliyordu. Sol tarafında bir kule vardı.


Kulenin tepesinde iki bulanık kişi etrafı kontrol ediyordu.


"Dünün ve bugünün yemeğini yemedim..." Dudian'in gözleri parladı, "Bugün son şansım. Gardiyanlar yemek dağıtmaya geldiğinde bir ihtimal beni kontrol etmeseler bile yarın öğlen kesinlikle kaçtığımı öğrenecekler. En fazla yarım günüm var..."


Firarın başarılı olup kaçabilse de bunun daha başlangıç olduğunu biliyordu. Asıl tehlike bundan sonra olacaklardı, artık onu avlamaya başlayacaklardı!


Delikten dışarı çıktı ve otların arasına girdi. Uzun otları vücudun etrafına sardı.


Yağmur yüzünden üstü sırılsıklam olmuştu. Kaçabileceği bir yere kadar süründü.


Arkasını dönüp baktığında kaleyi göremeyince rahatlamıştı. Ayakları çıplak bir şekilde otların üstünde yürüyordu.


"Dikenli Çiçek Hapishanesinin hangi bölgede olduğunu bilmiyorum..." Dudian yağmur başına gelmesin diye elini başını üstüne koydu. Ardından başını kaldırıp gri bulutlara baktı. Güneşin nerede olduğunu görebilmişti.


Dudian nerede olduğunu hesapladı, "Büyük duvar güneyde, iç bölgeyse kuzeyimde olmalı. Yani kuzeye gideceğim."


Güneşin olduğu yere göre kuzeye yürümeye başladı.


Büyük duvar ve iç bölgeler birbirine paraleldi. Onların arasındaysa radyasyonlu ve çorak bölgeler vardı.


Üstündeki tüm çamur yağmur yüzünden akıp gitmişti.


Dudian yürürken ayağa takıldı neredeyse yere düşüyordu. Soğuk yağmur suları yüzünden titriyordu. O sırada da, dikkatlice etrafta devriye gezen gardiyan olup olmadığını bakıyordu.


Bir saat sonra yağmur durdu. Dudian'in vücudu da bir süre sonra kurudu. Bir süre sonra önüne bir kale çıktı. Kale tanıdık gözüküyordu. Orası ticari bölgenin sınırında olan kaleydi.


"Dikenli Çiçek Hapishanesi kenar mahallelerde ya da yerleşim bölgesinde değil çorak topraklarda kurulmuş!" Dudian kaşlarını çattı. Eğer kenar mahallelerde kurulsaydı isteyen kolayca kaleye saldırırdı. Ne de olsa orada bir ordu kurmak kolay olurdu. Ancak, hapishane çorak topraklarda olduğundan, hapishaneye saldırmadan önce ticari bölgenin kalesini aşmak zorundaydılar.


Bu Bir bakıma, hapishane yönetiminin düşündüğü bir savunma hattıydı.


Üstelik, mahkumlar kaçsa bile ticari bölgeye geçmeleri imkansızdı. Tek seçenek çorak topraklarda gezinip bir çıkış yolu aramaktı ama bu da çok tehlikeliydi.


Dudian havaya baktı. Yağmur daha yeni dursa da bulutlar tekrar toplanıyor gibi gözüküyordu.


Kalenin duvarları taştan ve odundan yapılmıştı. 20 metreden daha yüksekti. Duvarın üstündeki insanların kokusunu alabiliyordu. "Duvarda devriye gezen askerler olmalı..." diye düşündü Dudian.


Aniden burnuna hapishanenin olduğu taraftan hızla yaklaşan iki koku geldi. Biri insana diğeriyse bir ata aitti, "Beni çoktan fark ettiler mi?"


Çabucak kalenin duvarından uzaklaştı.


Bir kilometre kadar koştu ve sonra durdu. Az önceki kokunun hala aynı yöne gittiğini fark etti. Koku yönünü Dudian'e doğru çevirmemiş gibi gözüküyordu.


"Daha kaçtığımı bilmiyorlar." diye düşündü Dudian ve gözleri buz kesti.


Da da!


Siyah atın üstünde genç bir adam vardı.


Ağaçların arasından geçiyorlardı ama tam o sırada bir şey önlerine atladı.


At aniden durdu ve ön ayaklarını kaldırıp kişnedi.


Atın üstündeki genç şaşırmıştı, atı kontrol edemedi ve yere düştü.


O yere düşünce atın önüne geçen kişi ona doğru koştu ve yerden bir taş alıp genç adama geçirdi.


Genç adam Dudian'i görünce şaşırmıştı, "Sen!"


Puff! Taş gencin yüzüne çarptı ve anında bayılttı.


Dudian taşı kaldırdı ve defalarca gencin kafasına geçirdi. Anca kemiklerin kırılma sesi geldiğinde durmuştu. Nefes nefese kalmıştı, başını çevirdi ve siyah ata baktı. Dudian atın ipini tuttu ve küçük bir ağaca bağladı. Araksını dönüp az önce öldürdüğü gence baktı. Zırhına göre hapishanede bir gardiyan olmalıydı.


Gencin belinde silindir şeklinde bir şey olduğunu gördü.


Dudian onu açtı ve içinde koyun derisi bir parşömen çkardı. Parşömeni açınca üstünde kendi resmini gördü. Resmin altında bilgileri yazıyordu, "Dean. Erkek. 16 yaşında! Şehir yönetimi tarafından aranıyor. Yerini bildirene veya bilgi verene 100 altın sikke verilecektir."


Dudian parşömeni parçalamak istedi. Yüzünde bir gülümseme oluştu, "100 altın sikke... Bayağı değerliymişim..."


Yerleşim bölgesinde yaşayan biri tüm hayatı boyunca çalışsa bile 100 altın sikke kazanamazdı.


"Daha yemek zamanı gelmedi. Muhtemelen gardiyanlar bir şeylerin ters gittiğini anladı ve hücremi kontrol etti. Beklediğimden daha erken oldu. Şansıma, arama emrini önceden buldum." Dudian bu çağdaki iletişimin eskisi gibi olmadığını biliyordu. Bir arama emrinin yayılması uzun zaman alıyordu. Dudian onlardan önce davranmak zorundaydı.


Gencin kıyafetlerini soydu ve cesedini çalıların arasına atıp soyduğu donu giydi ama zırhı giymedi.


"Onu taklit edip kaleden geçemem!" Vücuduyla zırhın kalıbı dağlar kadardı. Kaledeki askerler onu anında tanırdı.


Dudian siyah atı ağaçların arasına götürdü. Taşla onu öldürdü, ne yaptığının hemen ortaya çıkmasını istemiyordu.


Atı öldürdükten sonra gencin ceketini aradı ve birkaç gümüş sikke buldu.


Kokularından duvarda devriye gezen askerlerin gittiğini fark etti. Duvarın dibine gitti ve bir örümcek gibi tırmanmaya başladı.

DARK KİNGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin