"Majesteleri, eskiden dış klanda olanlardan hangileriyle iletişime geçtiniz?" diye sordu Indria. Ha Hwang Indria'nın gözlerinin derinliklerine bakarak, "Aslında adlarını bilmiyorum... Sadece yarın saraya geleceklerini biliyorum.." dedi kendinden utanmış bir sesle. Sonuçta bir imparatordu ve onun sarayına gelecek insanların adını bilmemesi utanç vericiydi.
Indria kafasını salladı ve ciddileşip, "Majesteleri benim için her hangi bir göreviniz var mı? Kesilen kolumu geri aldığım için hemen bir göreve çıkmak istiyorum." dedi. Ha Hwang bunu duyunca ellerini birleştirdi ve ağzının yanına getirip düşünmeye başladı.
Daha sonra ellerini birbirinden çözdü ve, "Aslında bir görev var, ama sen tek gidemezsin. Sen ve bir başkası Yeşil Kaplumbağa İmparatoruna gideceksiniz. Orada çalıştırılan kölelerin hepsini kurtaracaksınız.Senin için tehlikeli bir görev olabilir.Ama köleleri kurtardıktan sonra o imparatorluğu yok edeceğim.Çünkü tarihinde asla doğru bir şey yapmadı." dedi.
İmparatorun konuşmasından sonra Indria gözlerini kapattı ve eski günleri düşündü.O imparatorlukta hiç iyi anıları olmamıştı. Her günü, her saati,her saniyesi kölelikle geçmişti. O dünyanın acımasızlığını iliklerine kadar yaşamış eski bir köleydi.
Önce görevi reddetmeyi düşünmüştü.Çünkü o imparatorluğa geri dönmek istemiyordu. Aşağılandığı ,zarar gördüğü o imparatorluğa geri dönmek istemiyordu. Topraklarına adım atmak istemiyordu. O imparatorluğun adını bile duymak onun midesini bulandırıyordu. Ama dövüş yolunda korktuğun şeyden sonsuza kadar kaçamazdın. Indria eninde sonunda o imparatorlukla tekrar yüzleşmesi gerektiğini biliyordu.İşte geçmişle yüzleşme zaman gelmişti.O imparatorluğa tekrar gidecekti. Ama bu sefer bir çocuk olarak gitmeyecekti. Bir köle olarak gitmeyecekti, en önemlisi güçsüz bir şekilde gitmeyecekti. Bu sefer eski haline benzer köleleri kurtarmak için gidecekti. Onları o âciz hayattan kurtaracaktı.
Indria gözlerini açtı, "Nasıl isterseniz majesteleri ,bu görevi yapacağım." dedi. Ha Hwang bunu duyunca gülümsedi, "Sanırım kimin senle geleceğini buldum bile." dedi.
İmparatorluk kapısı çalınmadan açılmıştı. Üstelik Ha Hwang gel bile dememişti.İndria bunu yapabilecek cesarete kimin sahip olduğunu merak ederek dönüp gelen kişiye baktı. Gelen kişiyi görünce hafif huzursuzlandı.Ancak her hangi bir harekette bulunmadı.
Gelen kişi Ru Loon'du.Ru Loon her soylunun yürüdüğü gibi yürüyordu. Başkalarını aşağılar bir şekilde. Üzerinde giydiği kakao rengindeki şık elbise onunla çok uyumluydu. Parmağındaki pahalı yüzüklerle prenses isminin hakkını veriyordu. Ha Hwang imparator olduktan sonra varisi olarak Ru Loonu seçmişti ve onu prenses yapmıştı.
Ru Loon gelince Ha Hwang ellerini bir birine vurdu ve Indria'ya bakarak gülümser şekilde, "Diyecek başka bir şeyin yoksa gidebilirsin." dedi.
Indria saygılı bir şekilde ayağa kalktı, "İzninizle majesteleri." dedi ve dışarı çıktı. Dışarı çıkarken Ru Loon'un yanından geçmişti. Ancak Ru Loon onu hiç umursamamıştı bile.
Indria sarayın çıkışına gitmekteydi. sonuçta sarayda yapması gereken bir şey yoktu. Görev zamanı geldiğinde Indria çağırılacaktı zaten.
Indria yavaş adımlarla şehirde dolaşmaya başladı, bu şehire ilk geldiği zamanı hatırlıyordu da etrafındaki insanlar ona aşağılayıcı bir şekilde bakmışlardı.
Şimdi ise Indria'nın üzerinde Dış klanında olduğunu gösteren elbiseler vardı ve bu elbiseyi gören insanlar saygıyla Indria'ya bakıyordu.
Indria yürürken bir çocuk gelip Indria'ya çarptı. Indria durdu ve ona çarpan çocuğa baktı. Bu çocuk tombul bir yüze ve sarı saçlara sahipti.Bal renginde gözleri ile saçları çok uyumluydu. Beyaz teni bir a4 kağıdı gibiydi. Bu bir kız çocuğuydu ve en fazla beş yaşındaydı.Indria'ya çarpınca elinde tuttuğu dondurmayı düşürmüş ve dondurma lekesi Indria'nın giysilerinde kalmıştı.
Bunu gören ak saçlara ve buruşmuş yüzlere sahip beli bükük bir yaşlı adam geldi. Indria'nın önünde başını eğdi, "Lordum, torunumu lütfen affedin.Daha çok küçüktür. Benden koşarken önüne bakmadı diye size çarptı.Lütfen hayatını bağışlayın.." dedi yalvarır bir sesle.
Bunu gören Indria kaşlarını çattı ve ayaklarını büktü ona çarpan çocuğu iki eline alıp havaya kaldırdı ve güldü. "Çok güzel bir kız olacaksın." dedi gülerek.
Bunu duyan kız güldü, "Teşekküy edeyim" dedi.Daha konuşmayı tam çözememiş,peltek bir şekilde konuşmaktaydı. Çok tatlı bir sesi vardı.Indria güldü ve yaşlı adama baktı, "Çok tatlı bir torununuz var." dedi. Bunu duyan yaşlı adam ağlamaya başladı, "Çok teşekkür ederim lordum çok teşekkür ederim." dedi.
Indria neden teşekkür ettiğini ve yalvardığını anlayamamıştı. Kim ona bir çocuk çarptı diye çocuğa zarar verirdi ki? Çocuk ve dedesinin üzerindeki kıyafetlere baktı Indria. Çocuğun düzgün ve pahalı elbiseleri olmasına rağmen dedesinin eski püskü kıyafetleri vardı.
Indria kıza gülümseyerek, "Adın nedir güzel kız?" dedi. Bunu duyan kız çocuğu, "Şuhi Ji," dedi gülümseyerek. Bunu duyan yaşlı adam, "Lordum adı Shui Zi daha harfleri söyleyemiyor." dedi gülümseyerek. Bunu duyan Indria gülümsedi, "Adının anlamı, çok güzel. Suyun çocuğu." dedi.
Yaşlı adam bunu duyunca, "Genç lordum, gerçekten çok zekisiniz. Shui Zi'yi nehir kenarında buldum. Bunun için adını Shui Zi koydum." dedi. Yaşlı adam başkası olsa bu kadar rahat konuşamazdı.Ama Indria'nın çok iyi niyetli birisi olduğunu anlamıştı. Korkmasına gerek yoktu.
Indria bunu duyunca gözlerini kıstı, "Öz torunun değil yani." dedi. Yaşlı adamın yüz ifadesi değişti ve üzgün bir sesle, "Ne yazık ki lordum. Benim oğlum senin yaşındayken haydutlar tarafından kaçırıldı. Yaklaşık kırk yıldır onu göremedim. Uzun süre yas tuttum, yalvardım. Bir çok kez haydutları görmeye gittim. Ama oğlumu görmeme izin vermediler.Yaşıyor mu yoksa ölümü hiç bir fikrim yok. Beş yıl önce nehir kenarında Shui Zi'yi buldum ve onu kendi kızımmış gibi büyüttüm. Yemedim yedirdim giymedim giydirdim, Shui Zi benim için öz torunum gibi." dedi.
Indria bu acıklı hikayeyi duyunca üzülmüştü.Shui Zi'yi yere koydu, başını okşadı ve ilerlemeye devam etti. Shui Zi arkasından onu gülümseyerek izledi. Yaşlı adamda onun arkasından biraz ilerledikten sonra Shui Zi'yi ellerinden tutup ilerlemeye devam ettiler.
Indria şehir dışına çıktı ve saatlerce yürüdü ta ki akşam olana kadar. Akşam olunca çoktan bir ormana girmişti bile buradaki amacı sol kolunu test etmekti.
**
Yazar Notu : Konsey'e ait facebook grubu kurduk :)
https://www.facebook.com/groups/1823986971203982
Linke tıklayamıyorsanız, facebook aramasına Wattpad Konsey! yazmanız yeterlidir.
Dn:konseye koruma lazim mi? Lazımsa talibim :) savaş olmasada fırtına öncesi sessizlik diyebilecegimiz bir bölüm.Bu arada gene aşırı doz zehir yüklemesi yaptin bana baran ya Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın seni :):):):)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Indria
FantasyHayatım boyunca gerçeği aradım ama neyin gerçeğini? Merhamet dileyen acınası bir çok masum insan öldürdüm hem de gözümü kırpmadan. Sayısız canavarın hayatı benim ellerimde son buldu. Peki elime ne geçti? Koca bir hiç, ancak sonunda o gerçeği bulduğu...