Kısa süren bir yürüyüşün ardından imparatorluk odasına girdiler. Odada kasvetli bir hava vardı, birkaç dakika öncesine kadar binlerce insan boş yere ölmüştü. Tiah iki elini saygıyla birleştirip bir adım öne çıktı ardından konuşmaya başladı, "Majesteleri, o kadar masum insanın ölmesi göz ardı edilecek birşey değil. Bu yüzden majestelerine bir önerim var."
Yüzü onlara dönük olan Ha Hwang başını çevirdi ve bakışlarını Tiah'a kitledi, "Söyle." Tiah'ın yüz ifadesi ciddileşti, "Majesteleri, benim önerim o ejderhanın idam edilmesidir!" Tiah sözlerini en ufak bir tereddüt olmadan söylemişti.
Ha Hwang'ın yüz ifadesi ciddileşti, "Tiah, sen olaya sadece duygusal olarak bakıyorsun. Elbette o sivillerin ölmesine ben de üzüldüm ancak, onların ölümü için imparatorluğa büyük bir yararı dokunacak bir canlıyı öldürmek ne kadar doğru, bir savaş sırasında o sivillerden kaç tanesi onun verdiği yararı verebilir? Unutma biz savaştayız ve bize güçlü destekçiler lazım, böyle bir durumda olmasaydık sana kanımın üzerine yemin ediyorum." Ha Hwang konuşmayı bıraktı ve sol kolunu kaldırıp sağ eliyle çizik attı, "Reba'yı öldürürdüm. Lakin şu anda Reba'ya ihtiyacımız var." Ha Hwang'ın sözleri oldukça mantıklıydı, Tiah başını sessizce indirip ve bir adım geri gitti.
Ha Hwang derin bir nefes aldı, "İmparatorluk klanı olarak ciddi bir göreve çıkma zamanınız geldi." konuştuktan sonra enerjisini yaydı ve odanın etrafını sardı. "Indria ve Tiah ikiniz boyutsal yüzüklerinizle olan bağlantınızı kesin ve bana verin." Indria ve Tiah hemen boyutsal yüzüklerine odaklanıp bağlantılarını kestiler ve saygılı bir şekilde yüzükleri geri verdiler.
Ha Hwang elini salladı, "Size beş saat süre veriyorum, beş saat içerisinde yakınlarınızla vedalaşın ve her hangi bir işiniz varsa bunu halledin. Ardından buraya geri dönün." üçü bunu onayladıktan sonra odadan çıktı.
Üçü sarayda ilerlerken, Shu Cerad onların aksi yönünde ilerlemeye başladı. Tiah arkasından ona bakarken gözlerini kıstı ve kısık sesle konuşmaya başladı, "Onun hakkında bilmediğimiz çok şey var, basit birisi olduğunu sanmıyorum." Indria gülümsedi ama cevap vermedi. Indria'nın cevap vermemesi Tiah'ı biraz sinirlendirmişti, somurtup adımlarını hızlandırdı.
Indria onun böyle davranmasına anlam vermedi zaten umursamamıştı. Indria adımlarını hızlandırdı ve saraydan çıktı. Beş saatlik sürede ne yapacağını bilmiyordu. Sonuçta arkadaşları yoktu, akrabaları yoktu. Bunları düşünürken aklına iki kişi geldi ve yüzünde nazik bir tebessüm oluştu.
*
Indria, Ahard Beyart'ın evine doğru ilerlerken başkentteki hasarı da değerlendiriyordu. İnsanların çoğu ne olduğunu anlayamamıştı. Bir çok insan şoka girmiş, bazıları korkudan krize girmişti. Askerler sivilleri sakinleştirmeye çalışıyordu ancak anlamsızdı. İnsanlar akrabalarını, sevdiklerini kaybetmişti. Indria farkında olmadan kendini onların yerine koydu ve o durumda olsa ne hissedeceğini düşündü.
"Muhtemelen, kendi kendime zarar vermeye başladım." Indria kısık bir ses tonuyla konuştu. Daha önce ciddi anlamda değer verdiği birisini kaybetmemişti. Bu yüzden o acının ne tür olduğunu bilmiyordu. Küçükken ailesini kaybetmişti ve bu yüzden insanlardan nefret ediyordu. Ancak son zamanlarda ise babasının ölmediğini öğrenmesi onu garip bir ruh haline sokmuştu.
"Çift ruha sahip olmanın iyi mi kötü mü olduğunu hala anlamıyorum." Indria bunu düşünürken ustasının sesi zihninde yankılandı, "Bunu anlayabilecek düzeyde değilsin. Neyse, anlamana gerek yok. Eğer anlasaydın bu içinde ki kibri arttırmaktan başka bir işe yaramazdı."
Indria cevap verdi, "Usta, ben kibirden nefret ederim. Sevmediğin ve yanlış bulduğum birşeyi yaparsam bu tükürüğümü yalamaktan ne farkı olur?" Gerçeği Gören Gözler'in kahkahası Indria'nin zihninde yankılandı, "Velet, bir insanın en belirgin özelliği onun kibirli olmasıdır. Sen zaten tükürüğünü yalamadın mı? Kendin bile farkında değilsin. Indria, senin kalbin kibir ile dolup taşıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Indria
FantasíaHayatım boyunca gerçeği aradım ama neyin gerçeğini? Merhamet dileyen acınası bir çok masum insan öldürdüm hem de gözümü kırpmadan. Sayısız canavarın hayatı benim ellerimde son buldu. Peki elime ne geçti? Koca bir hiç, ancak sonunda o gerçeği bulduğu...