Filip anlamış gibi kafasını salladı ama sonra tekrar elini kaldırdı.
"Hocam sadece meditasyon yoluyla mı güçlenebiliriz?"
Eğitmen Wen hemen cevap verdi.
"Hayır Filip, gelişim taşı kullanarak da gelişim yapabilirsin. Ama gelişim taşları çok pahalıdır. En düşük seviye taşın rengi mavidir ve fiyatı iki yüz elli altındır."
İki yüz elli altın lafını duyunca tüm çocukların ağzı açıldı. Bu kadar parayla neler yapılmazdı ki? Bir çok köle ve ya son derece lüks bir ev alabilirdin.
Eğitmen Wen ifadelerini görünce gülümsedi.
"Bu kadar şaşırmayın. En değersiz gelişim taşından bahsediyorum burada. En değerlisi iki yüz elli bin altın değerinde."
İki yüz elli bin altın... Artık çocuklar yutkunamıyorlardı. Hatta Filip işi biraz daha abartmış, nefes almayı unutmuştu.
Bir köle için yüz gümüş bile paha biçilemezken iki yüz elli bin altını hayal etmeye cesaretleri dahi yoktu. Böyle bir miktar parayı ya kraliyet ailesi ya da diğer zenginleri bulabilirdi. Onların dışında hiç kimse böyle bir miktarı kolayca harcamayı göze alamazdı. Hatta onlar için bile çok büyük miktar olduğunu düşünüyorlardı.
Bu miktarda paraya sahip bir insan yeryüzünde cenneti yaşayabilirdi.
Filip biraz soluklanıp elini tekrar kaldırdı.
"Hocam bir taş neden bu kadar değerli?"
Eğitmen Wen bu soru karşısında gülümsedi.
"Bu taşın adı Cennetin Kızıl Alevleri'dir. Kişiyi gökyüzü aleminin ötesine taşıdığı söylenir. Hakkında sayısız efsane vardır. Ama bu bu taş ve gökyüzü aleminin ötesi beş bin yıldır imparatorluğumuzda görülmedi."
Bu sözler çocukları ter içinde bırakmıştı. Solukları düzensizleşmişti. Daha önce böyle bir şeyi hiç duymamışlardı. Bu sözler onlar için çok büyük bir şeydi. Şu an çok şaşkındılar.
Eğitmen Wen tekrar gülümsedi ve konuşmaya devam etti.
"Bu kadar bilgi yeter. Artık çalışmaya başlayın. Eminim nasıl yapacağınızı anlamışsınızdır."
Bu konuşmadan sonra eğitmen Wen meditasyon pozisyonuna geçti.
Onun meditasyon pozisyonuna geçtiğini gören çocuklar da aceleyle meditasyon pozisyonuna geçip etraftaki mavi enerjiyi hissedip çekmeye çalıştılar.
Yaklaşık bir saat geçti. Çocuklar hala aynı pozisyondaydılar ama hiç bir fark hissetmiyorlardı. En sonunda eğitmen Wen gözlerini açarak çocuklara seslendi.
"Zamanınız doldu çocuklar. Yarın devam ederiz."
Bu sözlerin ardından odadan çıktı. Hemen ardından da korumalar içeri girdi.
Bu korumalar onları odaya getiren korumalardı. Zincirlerinden çekip onları başka bir odaya götürdüler. Burası aşçılarla dolu bir mutfaktı.
"Aşçılar size ne derse onu yapın. Sakın kaytarmaya çalışmayın. Eğer güzelce çalışırsanız belki işin sonunda küçük bir parça et kazanırsınız."
Bu sözlerin ardından korumalar mutfaktan çıktı. Bu sırada onları fark eden bir aşçı onları çağırdı. Çok sinirliydi ve bağırıp çağırıyordu. Çocuklara şöyle bir bakıp konuştu. Daha doğrusu bağırarak emir verdi.
"Hemen şuradaki poşetlere sarılmış etleri getirin!"
Hemen aşçının dediklerini yapıp etleri taşımaya başladılar. Etler hafifti ama çok fazla vardı. Yirmi dakika sonra tüm etler taşınmıştı. Etlerin taşındığını gören huysuz aşçı önlerine küçük bir parça çiğ et fırlattı.
"Bu kadarını bile hak etmeseniz de ödülünüz."
Çocuklar hemen çiğ eti zorla yemeye başladılar. Eğer yemezlerse etlerin onlardan alınacağından korkuyorlardı. Ayrıca bu durum çocuklara gayet insaflı geliyordu. Indria'nın eski sahibi iki günde bir çok az miktarda yemek veriyordu. Çocuklar çiğ etleri zorlansalar da yemişlerdi. Ama kemikleri kalmıştı. Önlerinde ki kemikleri görünce aşçı çok sinirlendi.
"Ne yapıyorsunuz? Hemen önünüzdekini temizleyin!"
Bu azarın ardından çocuklar önlerindeki kemikleri aldılar ama nereye atacaklarını bilmiyorlardı.
"Efendim nereye atalım?"
Aşçı soruyu duyunca işaret parmağıyla bir tarafı gösterdi. Gösterdiği yönde bir tane çöp kovası vardı. Koşup kemikleri oraya attılar.
O sırada çoktan gece yarısı olmuştu. Ama çocuklar bunu içeride oldukları için bilmiyorlardı. Onları mutfağa getiren korumalar içeri tekrar girip zincirlerini çekerek onları sabah aldıkları odaya koydular.
"Burada uyuyacaksınız!"
Bu sözlerden sonra kapıyı kilitleyip gittiler. Odada sadece bitmek üzere olan bir mumun soluk ışığı vardı. Kısa bir süre sonunda mum bitti ve tüm çocuklar uyuyakaldı.
Yaklaşık iki üç saat sonra ise korumalar kapıyı açıp bağırmaya başladılar.
"Uyanın hemen işleriniz var! Sizi küçük pire torbaları."
Neredeyse hiç uyumamış olan çocuklar kan çanağı gibi gözlerini açtılar. Korumalarda onların zincirlerinden tutup dışarı çıkarttılar. Bir süre yürüdükten sonra bir çiftliğe getirdiler.
Sonra korumalardan biri yine bağırmaya başladı.
"Bu ineklerin sütünü bir saat içinde sağacaksınız. Tüm kovalar dolu olacak. Kovası dolu olmayanın beş kırbaç cezası var." Bunların ardından çiftlikten çıktılar.
Bu durum karşısında Tiah ağlamaya başladı.
"Neden hayatlarımız bu kadar kötü? Biz ne yaptık?"
Bunun üzerine Emilia'da ağlamaya başladı.
"Bizim ne suçumuz var?"
Ağlayan kızları gören Aaron sinirlendi.
"Ağlayıp beş kırbaç yemek istiyorsanız sorun değil. Ama yerinizde olsam dediklerini yapardım." Deyip bir kova alarak inekleri sağmaya gitti.
Erkeklerde Aaron'un arkasından kovalarını alıp inekleri sağmaya gittiler. Kısa bir süre sonra kızlarda onlara katıldı. Sakince kovalarını doldurmaya başladılar.
Bir saat sonra korumalar dedikleri gibi geri geldiler. Kovaları kontrol ettikten sonra Emilia'yı diğerlerinden ayırıp ayağını kırbaçlamaya başladılar. Onun kovası dolmamıştı çünkü.
Emilia acı içinde çığlık attı. Ama korumalar bunu umursamadılar.. Kırbacı tekrar ve tekrar vurdular. En sonunda Emilia'nın yüzü yaşlara boğulmuş, yerde ölü gibi yatıyordu.
Bunun karşısında tüm çocuklar korkmuştu. Bir köle için bile çok acımasız bir durumdu bu. İlk başta Breyn ailesini çok insaflı sanmışlardı ama tam tersiydi.
Bu adamlar çok acımasızdı.
![](https://img.wattpad.com/cover/57416941-288-k914818.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Indria
FantasiaHayatım boyunca gerçeği aradım ama neyin gerçeğini? Merhamet dileyen acınası bir çok masum insan öldürdüm hem de gözümü kırpmadan. Sayısız canavarın hayatı benim ellerimde son buldu. Peki elime ne geçti? Koca bir hiç, ancak sonunda o gerçeği bulduğu...