Takvim yaprakları, 18 Mart Pazar gününe işaret ederken güneş, hafif esen rüzgarın emrine amade olmuş ve ısısını biraz düşürmek zorunda kalmıştı. Seçime takriben on gün kalmışken siyaset meydanları, hınca hınç vaat dolmuş, vatandaşların ağzı kulaklarına varmıştı ve o an, Vatandaş oldukları akıllara gelmişti (!).
Ataşehir dışındaki metruk depo…
Deponun etrafında bir hareketlilik belirdi; takriben on kişilik bir grup, ellerinde uzun namlulu silahlarla depoyu ablukaya almaya çalışıyorlardı. Kafalarındaki kar maskesinin tam alın bölmesinde, yeşil bir hilal portresi vardı. Ay yıldızlı bayrak motifleri, sağ omuzlarının üzerinde şahlanıyordu. Hepsi aynı kıyafetteydiler; yalnız biri, onlardan farklı olarak, yemyeşil bir bereyle maskesini kafasına bağlamış ve berenin üstünde, Zülfikar amblemi vardı. Bu amblem, onun timin komutanı olduğunu gösteriyordu. Tim, hızla depoyu çepeçevre kuşatmaya çalışırken içerde, durum içler acısıydı.
Emel’in her iki kolu, beyaz sargılarla sarılmıştı; beti benzi solmuş, yüzü gözü kararmış ve dinçliği, giderek kayboluyordu. Rojda, dudakları çatlak ve ufku bulanık bir halde bekliyordu. Dünkü olaylar canlandı aklında; Büyük İvan, onun yüzünden Emel’in diğer koluna da sıkmış, ona tokatlar atmış ve Emel’i hırpalatmıştı. Ama ikna olmamıştı Rojda, kendisi gidip belgeyi alacak, bunu şart koşmuştu. Büyük İvan da çareyi, Sarper’i beklemekte bulmuştu.
“İyi misin?” diye soran Rojda, Emel’in derin bir iç çekerek:
“Değilim Rojda! Bilincimi yitirmek üzereyim!” diye kısık ve mecalsiz bir sesle yanıt vermesiyle:
“Az daha dayan lütfen!” diye ricada bulundu.
“Gücüm yettiği kadar…”
Duyulan ilk silah sesi, ikisini aniden canlandırdı. Emel, zor bela dikildi yerinde ve:
“Ne oluyor?” diye sordu. Rojda, umutlu ama anlamsız bir bakışla:
“Bilmiyorum da inşallah bizi almaya geliyorlardır!” dedi.
Timin açtığı ateşle birkaç adam, vurularak yere düşerken bir panik havası, depoyu ve etrafını kuşattı. Bir kişi daha vurulurken timin komutanı, elindeki bombayı depoya fırlattı. Dört adam, bombadan kurtulmak için yere yattı ama bomba patlamadı ve timin ateşi, onları yiyip yuttu.
Katyuşa ve Büyük İvan, deponun arkasında duran araca binerken timden birkaç kişi, arabaya doğru koşup ateşe geçti. Ama hep karavana vurduklarından araba, hızla harekete geçti. Arabanın arkasından atılan kurşunlar, maalesef hedefsiz kaldı.
Rojda, kırılan kapıyla irkilerek yerinde doğruldu; birkaç tim elemanı, hemen içeri girdi ve etrafı kolaçan etti. İçlerinden biri, Emel’le Rojda’nın olduğu tarafa baktı ve bileğini ağzına doğru tutup:“Tutsaklar burada! İçerisi temiz!” dedi. Bunu duyan Emel, müstehzi bir ifadeyle:
“Neresi temiz, bok götürüyor burayı!” deyince Rojda, öksürmüş gibi yaparak:
“Sus canım, yoksa bizi bırakıp gidecekler!” dedi. Diğer tim elemanlarıyla tim komutanı içeriye girdiklerinde Rojda, bunların kim olduklarını düşünüyor ve kendince hesaplar yapıyordu. Emel, sanki onların kim olduklarını biliyormuş gibi gülümsedi.
Beykoz sahilinde geziniyorlardı; Asım, içinde dolup taşan sıkıntısını, masmavi denize ve Hatem’e sunmak istemiş, sabah vakti onu buraya çağırarak, dertleşmek istediğini belirtmişti. Dün gece Nadir Bey gelmiş, ona ve ekibe gerekli açıklamayı yapmıştı. Hatem merkeze gelmemiş, Asım’ın ısrarlarını kale almamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KONSEY
AvventuraTürk'ün 'Devlet-i Ebed Müddet' fikri, evvelde var olduğu gibi ahirde de var ve payidar olacaktır. Bozkurt töresine şekil verenler, Türkiye Cumhuriyeti'ne şimal olmuşlardı. Mustafa Kemal'e Samsun icazeti verenler, Menderes'e yordam göstermiş; Özal il...