107. Bölüm: "Allah Rahmet Eylesin"

37 7 10
                                    

Diyarbakır semalarında okunan ezanın sesi, dört bir yanda mukaddes bir şekilde inlerken gökyüzü, giderek koyu gri bir hal almaya başlıyordu. Bugün Cuma’ydı, bütün camileri kuşatan büyük bir kalabalık vardı; camilerin içi taşmış, cemaat avluya doluşmuş, seccade niyetine hasırlar serilmiş ve mukaddes bir hava, dört bir yanı kuşatmıştı.

Çarıklı beldesinde de aynı kutsiyet, aynı ortam ve aynı atmosfer vardı. Cemaatin avluya taşması, hasırların serilmesi, merkezle aynı izlenim veriyor gibiydi. Okunan ezanın sesi, avludaki insanları da kuşatmış durumdaydı. Büyük bir huşuyla, derin bir saygıyla ezanı dinleyen cemaat, ‘La ilahe illallah’ nidasıyla ellerini açıp dua okudular. Eller yüzlere sürülüp sünnetlerin kılınması için herkes ayağa kalkarken hafif bir yel, ilkbaharın yağmur kokusunu da beraberinde getirip cemaate sunmuştu. O sırada cemaatten birkaçı, dev şemsiyeleri hazırlamakla uğraşırken kimileri de tekbirlerini getirip kıyamda durmuştu.

Hutbesini irat etmek için ayaklandı hoca; esmer tenli, suratında ince bir ben olan hocanın elleri, her nedense titriyordu ve dizlerinin bağı çözülecekmiş gibi zor bela adımlarını atabiliyordu. Müezzinin ‘İnnallahe ve melaiketehu…’ diye başlayan ayeti gür bir sesle okumaya başlamasıyla hoca, şöyle bir cemaate baktıktan sonra kürsüye çıkmak için merdivenlerin başında durdu. Ellerini açıp bir şeyler okuyarak adımlarını yavaşça atmaya başladı.

Son basamakta durdu hoca, cemaate dönerek oturdu. O sırada müezzin, hutbeden önceki ezanı okuyordu.

Terlemeye başlamıştı suratı; karagözlerinin büyüyüp küçülmesi, nefesinin sıklaşması ve onun üst üste derin nefesler alıp vermesi, cemaatin gözünden kaçmamıştı. Yutkundu hoca, bocuk misali düşen terlerine aldırmadan ezan daha bitmeden ayağa kalktı. Müezzin, haliyle kısa kesti ezanı; elindeki kâğıda baktı hoca, dua falan etmeden direk:

“Ey cemaat! Bugün Cuma, sizin Cuma’nız, kara Cuma’nız! Bugün fermanınız, benim elimle imzalandı. Kitabınız diyor ya, her canlı ölümü tadacak diye, siz de bugün tadacaksınız!” diye bağırdı ve cüppesinin cebinden çıkardığı kumandayı havaya kaldırdı. Cemaat aniden çalkalandı, herkes birbirine basıyor; düşüp kalanlar imdat dilenirken koşanlar kapıda sıkışıyor, kimisi de yerlere yatarak gözlerini yumuyor, ellerini açıp dua edenlerin korkudan gözyaşı dökmeleri, hoca kılığındaki adamı gülümsetiyordu. Aniden kumandanın düğmesine bastı.

Anayolda ilerleyen tır, tam caminin yanında geçerken aniden patlayan camiden yükselen alev parçalarının arasından zor bela sıyrıldı. Birkaç taksi, bu sarsıntıyla yol kenarındaki bariyerlere çarparken bir minibüs, yolun ortasına düşen alevli bir cisimden kıl payı kurtulmuş ve maalesef arkadan gelen pikap, onun kadar şanslı olamamıştı. Yer gök inlemişti, dumanlar göğü siyaha bularken alev topları, anayola düşecek kadar tesiri büyük olmuştu. Sanki bir yanardağ patlamış da alevleri düze inmiş gibiydi. Tablonun vahim görüntüsü; alevler arasında kalan duvarların koyu dumanlarla göğü kirletmesinden, bazı alevli cisimlerin etrafa saçılmasından, minaredeki mikrofon kablolarının bile alevle öpüşmesinden ve minare duvarının alevlere meze olmasından ibaretti.

Dürbünü indirdi Mikail, suratındaki sırıtkan ifadeyle başını salladı ve çatısında durduğu binanın çatı kolonuna sırtını yaslayıp cebinden bir telefon çıkardı. Telefonun ekranına, yüzündeki güleç ifade sönmeden bir mesaj girdi.

“Sipariş tamam!”

Yenişehir’deki Lüks Restoran…

Saniya, telefonuna gelen mesajla yerinde doğruldu. Kapı tarafına yakın bir yerde ayakta durmuş, istifini ve duruşunu bozmadan Miro’ya bakıyordu. Telefonundaki mesajı okuduktan sonra:

KONSEYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin