Bölüm 122

79 4 2
                                    

RHEA BREINER

Hepimiz, üstümüzden bir tır geçmiş gibiydik adeta. O stresin verdiği enerji kaybolunca herkesin üstüne bir yorgunluk çözmüştü, üstüne üstlük Josie'yi kurtaramamış olmamız herkesin sinirini daha da çok bozuyordu. Lizzie'nin Çukur'a girme sebebi Josie'yi çıkarabilmekti ve az kalsın onu bile çıkaramayacaktık. Bunların hepsini bir hiç için yapmıştık yani.

Lizzie de bunun farkındaydı, gözlerinde o acıyı görebiliyordum. Josie'yi kaybetmişti ve tüm bunların üstüne ona olanları asla unutturmayacak bir dövmeye sahip olmuştu. Ağlamıyordu, ağlayamıyordu sadece boş bakışlarını bir yere sabitlemiş bir şekilde duruyordu.

Klaus ilk başta biraz laf etmiş olsa da Grey, Lizzie'yı alıp eve gitmek üzere yola koyulmuştu. Çok uzun bir süre ikisini ayrı görebileceğimi sanmıyordum. Biz de artık diğerlerine, aslında Caroline'a daha çok, açıklama yapma zamanımızın geldiğinin farkındaydık. Geldiğimiz gibi iki araba olarak biz de yola çıkmıştık. Gelişimizden tek farkımız bize Judd'ın eşlik edecek olmasıydı.

Angelique artık yüzleşme zamanının geldiğinin farkındaydı. Ailesiyle konuşmak için Mystic Falls Tox merkezine gidecekti. Onu, o gergin surat ifadesiyle gördükten sonra yalnız bırakmak istememiştim, en azından arabayla onu oraya bırakmayı teklif etmiştim ama Angelique bakışlarıyla gitmemi söylemişti. Düşüncelerini toparlamak için yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunun farkındaydım. Böylece onu da arkamızda bırakmıştık.

Arabaya derin bir sessizlik hakimdi. Yan koltukta oturan Kai arada bir yan gözle beni süzüyordu ama gerekli cesareti bulup konuşamıyor gibiydi. Ben de bir süre onun sesini duymak istemiyordum zaten. Planımı bozup kendini riske attığı için hala çok kızgındım ona.

Bu sessizliğin normal olmadığını anlayan arka koltuğa yayılmış Judd ise en sonunda dayanamayıp neden bu kadar sessiz olduğumuzu sordu. Ben ise sessizliğimi bozmadım ve cevap vermedim ama Kai sanırım daha fazla dayanamadı.

"Şu an trip atmakta haklı değilsin. Ne olacaktı yani sen aynı şeyi yapınca ne değişecekti?"

"Planı bilmiyordun bile, kahramanlık yapma vaktin değildi." dedim sakin kalmaya çalışarak. Ama onun benim bunu demem üzerine gülmesi ve aynı anda Judd'ın "Durumlar sıkıntılı galiba." demesiyle ve bunun sonucunda içimde yükselen öfkeyle ani bir şekilde frene bastım. Neredeyse bizim yanımıza kadar fırlayan Judd karizmasını çizmemeye çalışarak yerine yerleşirken sanki buna hazırlanmış ve bu sayede bir milim bile kıpırdamamış Kai suratıma bile bakmıyordu.

"Neden güldün?"

Bunun üzerine tekrar gülünce daha fazla buna dayanamadım ve kapımı açıp arabadan çıktım. Temiz hava almaya ihtiyacım vardı, kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Öfkeden mi yoksa üzüntüden mi geldiklerini bilmediğim gözyaşlarımı tuttum, ağlamak istemiyordum. Derin bir nefes almaya çalıştım ama sanki her aldığım nefeste daha çok boğuluyordum.

Kai'ın da arabadan çıktığını ve kapısı kapattığını duydum. Aklıma geçen gün gördüğüm rüya geldi. Grey kendi kanıyla boğulurken birileri Kai'ı öldürüyordu, ben ise diri diri yanıyordum ve onları kurtarmak için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Alevlerin arasından onları kaybedişimi izliyordum.

"Hey, bana bak bakayım." dedi. Kendimi toplayıp ona baktığımda dirseklerini arabanın üstüne koymuş, çenesini de ellerinin üstüne koymuş bir şekilde bana bakıyordu. Hafiften gülümsese de gözlerindeki kaygıyı fark etmiştim.

"Ağlamak istiyorsan ağlayabilirsin, bir yere yetişmiyoruz sonuçta."

Onun kadar düşünceli ve beni iyi tanıyan birine sahip olduğum için çok şanslıydım. Belki de bunu söylemesiyle şu an hissetmekte olduğum bütün o karmaşık duyguların üstüne bir yenisi daha eklendi ve kendimi daha fazla tutamadım. Bir yandan ağlarken bir yandan da bağırmaya başladım. "Yapamıyorum, başaramıyorum. Herkes gözümün önünde teker teker gidiyor ve ben onları kurtaramıyorum."

NEW SOLDIERS (The Vampire Diaries - The Originals Fan Fiction) (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin