Bölüm 108

81 7 4
                                    

RHEA BREINER

Bu kadar gergin olmam normal miydi, hiçbir fikrim yoktu. Angelique ve Mikaelsonlar içeri gireli on ya da on beş dakika olmuştu ve alarmlar çalmaya başlayıp herkes etrafta koşuşturmadığına göre şimdilik bir sıkıntı yok gibiydi. Ama her an bir şey olabileceği düşüncesi canımı çok sıkıyordu. Mikaelsonların, özellikle de Klaus'un, son derece güçlü olduğunu biliyordum. Ayrıca yanlarında yaşına ve tecrübesine rağmen gördüğüm en güçlü Toxlardan biri olan, gerçi hala Tox demek doğru olur muydu bilmiyordum ama, Angelique de vardı. Yine de kafamda türlü türlü senaryolar dönüyordu. Bunların en başında da hem kimseyi kurtaramayıp hem de bu uğurda Klaus'u yitirdiğimiz ve bunu Caroline'a söylemeye çalıştığımız senaryo geliyordu. Caroline'ın suratını her düşünüşümde içim ürperiyordu.

Ayrıca bir de Grey sorunumuz vardı. Bunu her ne kadar sesli bir şekilde dile getirmekte zorlansam da son zamanlarda durumu hiç iyi değildi. Bunu sadece bir kere ona söylemeye çalışmıştım ama yıllardır hasta olduğunu, bunun gayet normal olduğunu, durumunun kötüleşmediğini sadece benim abarttığımı söyleyip lafımı ağzıma tıkmıştı. En yakın arkadaşımı, ilk dostumu bu durumda görmek beni belki de en çok zorlayan şeydi. Zaten bu işe geç başlama sebebimiz de buydu. Tek umudum Lizzie'yi kurtarmamızla birlikte psikolojisinin ve sağlık durumunun da buna paralel olarak düzeleceğiydi.

Bütün yürüyüş yolu boyunca sessizliğini korumuş olan Kai içimde yaşadığım fırtınaları fark etmiş olacaktı ki elimi sıktı. Kafamı çevirip ona baktığımda onun da kafasını kurcalayan bir şey olduğunu fark ettim. Ne zaman dile getirip getirmeme konusunda emin olamadığı bir şey olsa suratıma bakar ve gülümserdi ama bu gülümseme diğerlerinden çok daha farklı olurdu. Nasıl tarif edeceğimi bilemiyordum ama bu gülümsemesi suratını kaplarken gözleri ise benim arkamda bir yere sabitlenirdi.

"Söyle."

Derin bir nefes aldıktan sonra "Ona gerçekten güveniyor musun?" diye sordu. Güveniyor muydum, yoksa güvenmek mi istiyordum bilemiyordum ama içimden bir ses bize yardım edeceğini söylüyordu ve ona güvenmesem bile içimdeki sese güveniyordum. Ayrıca tabii ki hiçbir şey araştırmadan bir aptal gibi güvenmemiştim iç sesime. Onun Çukur'a atandığını öğrenmiştim ki bu onun için çok büyük bir başarıydı ama onun daha çok saha görevlerinde bulunmak istediğini de biliyordum. Hatta bunun için birkaç kere başvuruda bulunmuş ama hepsi reddedilmişti. Ayrıca sadece Çukur'un ilk katına inebilme yetkisi olduğunu öğrendiğimde onun için üzülmüş olsam da biraz da sevinmiştim. En beceriksizlere verilen işti bu, Çukur'da getir götür yapmak, ve onun ne kadar kin tutan biri olduğunu hatırlıyordum. O yüzden Toxlara karşı bilendiğini tahmin ediyordum.

Ne kadar çok şey umuyorduk böyle. Şans büyüsünün işe yaramasını umuyorduk, onun bize yardım etmesini umuyorduk, Lizzie'yi elimizle koymuş gibi bulmayı umuyorduk, Josie'nin Çukur'a atılmamış olmasını umuyorduk... Bu planın işe yarama olasılığı neydi ki? Yüzde bir?

"Tamam, içeri girebiliriz." dedi Judd. Bunun üzerine dördümüz yavaş adımlarla kapıya yaklaştık. Kai elimi bir kez daha sıktıktan sonra elini çekti. Dikkat çekmemek için elimizden geleni yapıyorduk. Kapıdan içeri girerken hepimiz en soğuk ve kendimizden emin ifademizi takındık ama bütün bu kendimden emin ifadeye rağmen şekil değiştirmiş Grey'i kontrol etmeyi ihmal etmiyordum. Şekil değiştirme tam olarak nasıl çalışıyordu hala anlayamamıştım, Grey bana en az beş defa anlatmayı denemiş olsa da. Bildiğim tek şey eğer bir anda burnu kanamaya başlarsa şekil değiştirmesinin hiçbir işe yaramayacağıydı.

Soldaki masada oturan ve kapıdan girmemizle kafasını kaldıran örgülü kıza soğuk bir bakış attıktan sonra kafamı çevirdim. Onunla muhatap bile olmak istemediğimi düşünmesini istiyordum ama gerçekte beni tanırsa diye ödüm kopuyordu.

NEW SOLDIERS (The Vampire Diaries - The Originals Fan Fiction) (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin