ELIZABETH "LIZZIE" SALTZMANN
"Sence onlarla gitmeli miydim?" diye sordum koltuğun sırt tarafına kafasını yaslamış olan Deveraux'ya. Ben de koltuğun arkasındaki pencerenin pervazına oturmuştum. Gözlerim dışarıda, sokaklarda olmasına rağmen aklım çok başka yerlerdeydi.
"Gitmek istiyor muydun?" dedi Deveraux, soruma soru ile karşılık vererek. Çatılmış kaşlar ile bakışlarımı camdan ayırdım ve bir cevap beklentisi ile gözlerini bana diken Deveraux'ya baktım. Dün, Çukur'dan çıktıktan sonra Mikaelsonlar, Rhea, Kai ve Judd malikaneye giderken beni de çağırmışlardı. Ben ise sessiz kalmış ve sadece başımı iki yana sallamıştım, cevap verebilecek gibi hissetmiyordum kendimi. Sonrasında ise Deveraux beni eve getirmişti.
Ama şimdi düşündüğümde onlar gitmek istiyor muydum? Bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum. İçimde büyük bir çukur var gibiydi. Çukur... Ne kadar da uygun bir benzetme olmuştu. O lanet olası yerden çıktığımdan beri ne hissetmem gerektiği konusunda emin değildim. En başta üzgündüm; Deveraux, Çukur'dan yalnız çıktığında... Onu görmenin mutluluğu ve Josie'yi görememenin yarattığı his... Ama bir süre sonra o üzüntü yok oldu. Yerini... Hiçliğe bıraktı. İçten içe üzgündüm, üzgün olmalıydım. Bunu biliyordum ama sanki bu üzüntü, pişmanlık, suçluluk o kadar fazlaydı ki anlayamıyordum bile. Hissedemiyordum bile. O yüzden sadece bomboş hissediyordum. Sanki bunların hiçbiri gerçek değilmiş gibiydi.
"Hayır." dedim, hala cevap bekleyen Deveraux'ya. İstemiyordum. Şu an malikanedekiler ile yüz yüze gelmeye dayanamazdım. Onlara anlatamazdım olanları. Onların üzüntüsü ya da bana acıması ile uğraşamazdım. Caroline'a olanları söyleyemezdim. Şu an sadece burada durmak istiyordum. Oraya gidip o duyguların merkezinde olmaktansa burada tek başıma ya da Deveraux ile kalmak daha iyiydi. En azından ihtiyacım olan zamanı ve alanı bana veriyordu.
"O zaman gitmen gerekmiyordu." dedi Deveraux, benim cevabımın üstüne bir süre sessiz kaldıktan sonra. Çukur'da neler olmuştu konuşmalıydık. Bana anlatmasını istiyordum, belki o da merak ediyordu benim yaşadıklarımı ama ikimiz de Çukur'dan çıktığımızdan beri doğru düzgün bir cümle bile kurmamıştık. Sadece oturuyorduk, bazen yan yana bazen başka odalarda ama iyi geliyordu. Sessiz bir anlaşma gibiydi, ikimiz de birbirimizi anlıyorduk. Onun cevabının üstüne bir şey demedim. O, her zamanki ifadesizliğinin aksine üzüntü ve kızgınlık ile lekelenmiş gözlerini üstümde gezdirirken ben tekrar cama çevirdim bakışlarımı.
Yaptığımız her şey boşa gitmişti. Ben Çukur'a boşuna girmiştim; bu dövmem, boşunaydı; herkes kendini boşuna tehlikeye atmıştı. Bütün bunların sonunda Josie'yi yine kurtaramamıştık, bütün bu çaba... Hiç olmamış olsa daha mı az acı çekerdik? Onu oradan kurtarmaya bu kadar yaklaşıp yine de yapamamak, hiç denememiş olmaktan daha mı iyiydi? Bunun şu ana kadar aldığımız en büyük darbe olduğunu söyleyebilirdim sanırım.
Dün ikizimi kaybetmiştim. Evet, bir süredir ayrıydık, anlaşamıyorduk. Evet, bir noktada beni öldürmeye çalışmaya bile karar vermiş olabilirdi. İhanet etmiş olabilirdi ama her şey için onu affedebilirdim. Affetmiştim de. O benim... İkizimdi. Hiç ayrılmamıştık, Mystic Falls'a gelene kadar asla birbirimizden ayrılmamıştık. Buraya geldiğimiz an başlamıştı bütün olaylar.
Benim yüzümdendi. Ailemizi bulmak istemiştim, Josie çok istemiyordu ama onu da ikna etmiştim. Peki neye yaramıştı ki? Ailemizi bulayım derken gerçek ailemizi dağıtmıştım. İkizimi kendi ellerimle uçurumdan aşağı itmiştim. Onu tanıyordum, neler düşündüğünü, neler yapabileceğini biliyordum ama yine de onu kurtaramamıştım. Yeterince denememiştim. O kendi kendine savaş verirken ona yardımcı olamamıştım. Onu Çukur'a sokan ben değil miydim? Onu kurtarabilecekken hiçbir şey yapamayan..?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEW SOLDIERS (The Vampire Diaries - The Originals Fan Fiction) (Türkçe)
FanficMystic Falls'ta kabuslar gerçek oluyor. Karanlık gelecek daha da kaçınılmaz hale geliyor. Rayna'dan yeni kurtulan Stefan evine, Mystic Falls'a döndüğünde hiçbir şeyin bıraktığı gibi olmadığını görür. Kasabaya yeni baş belaları gelmiştir. Katheri...