16.BÖLÜM:"BUL(UN)MAK..." (Part5)
- "Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma..." derdi. "Boş yere mağaramdan çıkarma beni, alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna..."*
Tarih: Kurumuş Toprak.
Saat: 00: 00.
O önde, adamı ve Yağız ile İpek arkada olmak üzere ilerlerken Yağız'a baktığımda tetikte olduğunu ve kimseyi kuşkulandırmayacak şekilde Selim'e işaret verdiğini görmüştüm. Bu, benim anlık tedirgin olmamı sağlasa da soğukkanlılığımı korumaya çalışıp önüme döndüm.
Ben önüme döner dönmez adamın elinin bana uzatmış olduğunu gördüm; Yüzük parmağında kalın siyah bir yüzük vardı ve siyah karenin içinde ise kırmızı renginde iskambil kağıdında bulunan Kupa şeklinin resmi vardı.
Ne yapacağımı bilemez halde bakakalırken, Selim'in "Hoş geldiniz Kral..." diyerek araya girip adamın bana uzattığı eli tutup yüzüğünü öpmesi ve alnına koymasıyla sırf bana göstermek için böyle bir hareket yaptığını anlamıştım.
Hiç gülmeyen adam Selim'in tavrıyla kısık sesli de olsa gülmüş ve gülerken göbeğinin sallanmasıyla gözümde sempatik bir hale gelmişti. Selim, adama baş selamı verip önünden çekildiğinde, adamın tekrardan elini bana uzatmasıyla sıranın bana geldiğini anlamıştım.
Bende Selim'i taklit ederek öptüğümde gözleriyle beni süzüp Yağız'a döndü. "Bahsedilen kız bu mu?" Siyahlar içerisinde şık bir takım elbise giymişti ve ceketinin üst cebinde yüzüğüyle aynı işareti bulunan mendili vardı.
"Evet efendim, Çığlık Elez." Adam tekrardan bana dönerek, yüzünde huysuz bir ifadeyle bana döndü ve ağzında ki tahtadan yapılmış olan purosunu oynattı.
"Seç bakalım," diyerek elindeki dört kartın arkasını yelpaze şeklinde açtı. Ne yapacağımı bilemez bir halde Yağız'a bakarken, onun gözlerinin kapatıp açmasıyla onay verdiğini anlayıp kartlardan birisini seçtim.
Seçtiğim kartı çevirdi ve hiçbir yorum yapmadan; "Ben de İstanbul, çocuk..." dedi.
İstanbul denilen adam, boş bir yere doğru ilerleyip adamlarıyla konuşurken İpek, Yağız'ın elini bırakıp koşuşturarak benim yanıma gelip sarıldı. "Çok endişelenmiştim." Yağız'da İpek ile aynı fikirde olmuş olacak ki kasılan vücudu gevşedi ve cebinden bir sigara çıkartıp yaktı.
Benim ise kafamda sadece "İstanbul..." demesi kalmıştı çünkü daha dün videodaki adam İstanbul'a anlaşmanın iptal olduğunu söylememi istemişti. Bir şeylere daha yakınlaşmış gibi hissediyordum.
İstanbul'un adamlarından biri Yağız'ı koşuşturarak gelip Selim'in kulağına fısıldarken, Selim'de aynı şekilde Yağız'ın kulağına fısıldamış ve Yağız, İpek ile beni baş başa bırakarak Selim ile birlikte İstanbul ve adamlarının olduğu yere doğru ilerlemeye başlamışlardı.
"Videoda bahsedilen adam oydu, evet. Bende bugün öğrendim..." dedi İpek, soru sormama fırsat tanımadan. "Çok bir şey bilmiyorum bende ama zaten sende anlamışsındır ki Yağız'da, bu İstanbul denilen adam da normal iş adamlarından daha fazlası... Bir şekilde yolları Günay ile de kesişmiş olacak ki onların camiasında Kral olarak bilinen adam bile kalkıp buralara kadar geldi."
"Moruk..." dedim İpek'e doğru. Anlamamış gibi bana baktı. "Günay, iş için eskiden tanıştığı Moruk adındaki birinden iş istemişti. Her ne olduysa onunla tekrar buluştuktan sonra oldu. Onun yüzünden olmalı."
"Adamı hiç gördün mü?"
"Adamı görmek mi?" Hıh'lar gibi güldüm. "Gerçek isminin Moruk olduğundan bile şüpheliyim."
"Belki de takma ismidir..." dedi İpek ve gözlerini İstanbul ve Yağız'ın olduğu gruba çevirdi. "Baksana, herkesin birer lakabı var ve bilseler bile gerçek isimlerini söylemiyorlar." Cümlesinden sonra tekrar bana döndü. "Müsait bir zamanda Yağız'a bu Moruk kişisinden bahsedelim. Belki bir şey çıkabilir..." Kafamı sallayıp onu onayladım ve İstanbul ile Yağız'ın bize doğru geldiğini görüp susmaya başladım.
"Depoda bir emanet bırakılmış..." dedi İstanbul, İpek'e bakarken. Kaşlarımı çatıp bende İpek'e bakamaya başladım. Bundan haberim olmadığı için şaşırmıştım.
"Evet efendim, buyurun..." diyerek cebinden çıkarttığı bir adet iskambil kağıdını İstanbul'un yanına, ona hep eşlik eden adama verdi. Adam kartı inceleyip bir sorun olmadığını anladığında İstanbul'a gösterdi fakat İstanbul kartı eline almak yerine sadece uzaktan incelemekle yetindi.
Bu Maça Ası idi.
Bu kartlarla uğraşan ve fal bakan bir arkadaşımdan öğrenmiştim ki; Bu kart mutsuzluk, şansızlık ve ölüm gibi anlamlar taşımaktaydı.
Bu kartı, Günay'ın bulunduğu yerde bulmaları kulağa pek de tesadüfmüş gibi gelmiyordu. Zaten İstanbul'un da cebinde kartlar çıkartması ve giyimini bile karttaki sembollerinden birininkisi gibi yapması, aslında bu zamana kadar olan her şeyin bir anlamı olduğunun göstergesiydi.
Gözlerim dolu dolu olurken İstanbul'un bana olan bakışlarını fark edip ona baktım. Birkaç saniye bana baktıktan sonra Yağız'a döndü. "Olanları merkeze bildirmeyi unutmayın. Yola çıkmak için de hazırlık yapın, gidiyoruz!"
"İstanbul..." diyerek bağırdım o, arkasını dönüp giderken. Herkes şaşırmış ve bana bakmaya başlamışlardı. "...anlaşma iptalmiş."
İstanbul birkaç dakikalık duraklamanın ardından bana döndü ve büyük bir kahkaha attı. Benimle birlikte herkes onun verdiği bu tepki karşısında şaşırmış olacak ki hala sessizlik hakimdi. İstanbul birkaç büyük adımda yanıma yaklaştı ve cebinden çıkarıp az önce seçtiğim kartı bana doğru uzattı. "Anlaşma önemli değil hanımefendi, bu sefer hamle sırası bizde."
Bu Kupa 10'du; Anlamından dolayı Maça Ası kartının zıttı da denilebilirdi çünkü bir nevi zafer kartıydı. Yürünen yol ne kadar zorluklarla dolu olursa olsun sonucunda şansının iyi olacağına, başaracağına ve zafer kazanacağına işaret ederdi ve benim kartım düz çıkmıştı.
---🐞---
*Oğuz Atay, Tutunamayanlar'dan alıntı.
**Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken'den alıntı.
Yazar: LAILA
BENİ TAKİP EDEBİLMEK İÇİN;
INSTAGRAM: qteang
TWITTER: qteangg
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAĞIR KULAĞA AĞLAMAK
RomanceHER GÜN AYNI SAATTE YENİ BÖLÜMLER PARTLAR HALİNDE GÜNCELLENİYOR! ---------------------------------------------------------- ACIDAN DOĞAN ACINASI VARLIKLAR SERİSİ -SAĞIR KULAĞA AĞLAMAK: Bir annenin rahmine düşen benlik, öğrendiği gerçekler karşısında...