24. BÖLÜM: "SESSİZLİĞİN KIRILMASI..." (Part2)
-Sessizlik... Ruhun kayıp dili.*
Tarih: Anlaşılmak.
Saat: 14: 54.
"Kim yaptı?" diyerek sert bir sesle bana soru soran İstanbul'a başımı eğerek soruyla karşılık verdim.
"Neyi?" İstanbul ise anlamaz bir şekilde ona bakan bana, hiçbir şey demeden birkaç saniye daha baktı ve içkisinden bir yudum daha aldı. Yağız da diğer boş bardağı doldurmaya başlamıştı. Dizlerimi yere indirerek ayaklarımı boşlukta salladım ve karşımdaki manzaraya sessiz bir şekilde bakmaya başladım. "Merak etme," dedim, İstanbul'a. Gözlerim hala karşıda olsa da sadece onun değil diğer herkesin de dikkatini çektiğimi hissetmiştim. Daha sonrasında cümlemi, yüzümü saran kocaman bir sırıtış ile İstanbul'a dönerek tamamladım. "Öldüler."
Yağmurun bastırmasıyla birlikte hepimiz başka bir şey konuşmadan terastan çıkmıştık. Aşağı indiğimizde Aysel teyze ve diğerlerinin akşam yemeği için bir koşuşturma içerisine girdiklerini gördüm. Salonda bulunan büyük masa açılmış ve akşam için hazırlanmaya başlamıştı.
İstanbul ve diğerleri salona girerlerken, bense Aysel teyze ile birlikte mutfağa girmiştim fakat oradan çıkmam da bir olmuştu. Çünkü içerisi o kadar karışıktı ki adım atılacak yer yoktu. Çıkar çıkmaz ise eve yeni gelen Günay ile karşılaşacağımı bilmiyordum.
Sanırım hasta olacağım sevgili Olric, çünkü burnuma toprağın kokusu gelmedi.
Öyle eksik hissettim ki kendimi o an, beni görür görmez babasının elini bırakıp bana koşup üstüme atlayan Sevgi'yi bile bir anlık gözüm görmedi. "Çığlık abla!" Ellerim, birer kukla gibi Sevgi'nin bedenini sararken gözlerim ise hala Günay'daydı; Onu hissetmeyi- Her neyse. Onu görmeyi- Tamam, yeter. Onu öz- Kes, artık.
Susabilir miyim, sevgili Olric... Şimdi konuşmak bir zor geliyor. Zaten bugün pek de yazasım yoktu. Öylesine, halini hatırını sorabilmek için geldim ben. Havadan bahsetsek bugün mesela, ne dersin? İyi olurdu ama bugünkü havaya bakıyorum da onun bile bugün hava olası yok. Uçan kuşlardan, süzülen bulutlardan veya insanların mutluluğundan bahsetsek güzel olabilirdi... Tabi öyle bir şey olsaydı. Bakıyorum da bugün dünyanın bile yaşayası yok.
Eh, hal böyleyken kim, benim derdimi ne yapsın?
"Haydi çocuklar, uykuya..." diyerek bugünü bitirsek mi? Sanırım bugün herkesin buna kanası var da biri bizi kandırsa da derin bir uykuya dalsak diye etrafa bakınıyor.
O ise ifadesiz suratını benden çekmiş ve soğuk bakışlarını, onu karşılamaya gelen İstanbul'a dikmişti. "Konuştum," dedi ve sonra tekrar gözlerini bana dikti. "Geliyor." Benim yine gözümün önünde çevrilen dolaplardan haberim yoktu. Bu yüzden Günay ile girdiğimiz göz temasını koparan ilk ben oldum ve Sevgi'ye doğru eğilip yanaklarını öptükten sonra odama çıkmak için merdivenlere doğru yürümeye başladım.
Uyku demiştik en son, değil mi sevgili Olric? O halde kütüphaneye gidelim. Sen benim saçlarımı okşarken, bende sana bir masal okurum. Kimin önce uykuya dalacağı fark eder mi? Demiştim ya sana, bugün derin bir uyku çekesim var. Yarım kalabilir yani masal...
Bu arada hangi kitap olsun, Hansel ile Gretel'e ne dersin? Her ne kadar kitap çocuk klasiği olarak gözükse de bir anne ile babanın, korkularından dolayı kendi evlatlarından nasıl da vazgeçip onları kandırdıklarını anlatır; "Mesela, sence anne ile babanın mı bir çocuğa ihtiyacı vardır yoksa bir çocuğun mu anne ile babaya ihtiyacı vardır?" diye sana bir soru sormuştum ya hani. "Eğer bu sorunun doğru cevabı ikincisiyse, o halde neden anne ile baba ihtiyacı olmayan bir şeye sahip olmaya çalışıyor ya da bu sorunun cevabı eğer birincisiyse, o halde neden anne ile baba ihtiyacı olan şeyi korumaya çalışmıyor?" diyerek cevap vermiştin sende. Bu kitap bu cevapları değil, soruyu ele alıyor. O, iki küçük çocuk, ebeveynleri tarafından kandırılıp terk ediliyorlar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAĞIR KULAĞA AĞLAMAK
RomantizmHER GÜN AYNI SAATTE YENİ BÖLÜMLER PARTLAR HALİNDE GÜNCELLENİYOR! ---------------------------------------------------------- ACIDAN DOĞAN ACINASI VARLIKLAR SERİSİ -SAĞIR KULAĞA AĞLAMAK: Bir annenin rahmine düşen benlik, öğrendiği gerçekler karşısında...