18.BÖLÜM: BONCUKLAR...

6 1 0
                                    

18.BÖLÜM:"BONCUKLAR..."               (Part6)

-3, 2, 1... Mutlu Yıllar!

Tarih: Yılbaşı Gecesi.

Saat: 18: 36.

Ben endişeli bir şekilde arkamdaki Yağız'a baktığımda, yanımıza doğru gelen İstanbul rahat bir şekilde Günay'a elini uzattı. Günay ellerini belimden ayırmayarak beni önünden çekerken, İstanbul'un saygıyla yüzüğünü öpüp geri çekildi.

"Oğlum..." diyerek sarılan İstanbul ise sanki daha fazla kendini tutamıyormuş gibiydi. "Merak etme, Sevgi birazdan burada olur. Hem sen sanki biraz hırpalanmış gibisin..." diyerek şakaya vurması ise, duygularını çaktırmamaya çalışmasından kaynaklanıyordu.

Sanırım hala birilerinin bu tür konularda cesarete ihtiyacı var, Olric.

"Ufak sinek ısırıkları be Moruk, bilirsin." Demek bahsedilen Moruk, İstanbul'du. Günay onlarla birlikte buraya gelmemden ötürü artık aramızda sır olamayacağını bildiğinden olsa gerek, rahat bir şekilde konuşabiliyordu.

Olric sözlerime uzun bir aradan sora tekrar tepki verebilmiş, elinde beyaz bir mendille bir taraftan bize sırıtarak izlerken diğer taraftan ise gözünden düşen yaşları siliyordu.

Onun bu halini, bende sırıtarak izledim.

İstanbul, Günay'dan ayrılır ayrılmaz; "Zero..." diyerek Yağız elini uzatmıştı. Günay'da gülümseyerek ona elini uzatıp kafalarını tokuşturmuşlar, böylece erkekçe selamlaşmışlardı. "Abi, nasılsın?"

"Hiç gelmeseydin be Jack, he koçum..." Günay'ın Yağız'a güvenip sevdiğini, onları karşımda bu şekilde şakalaşırken bir kere daha anlamıştım. Günay'ın her ne kadar şakalaştığı belli olsa da Yağız, ona karşı saygısını ve duruşunu bozmadan başını öne eğdi.

Benim yanımda asla altta kalmayan adam, Günay'ın karşısında ezilip büzülebiliyordu.

"O konuyu hiç açma be abi, boynum bükük." Yağız'ın bu sözlerine karşılık Günay ise Yağız'ın omzuna birkaç kere vurmuştu.

"Asıl boynun şimdi dik olmalı. Bak," diyerek beni gösterdi ve Yağız ile gözlerimiz birleşti. "bana verdiğin sözü tuttun ve onu bana sağ salim getirdin." Günay'ın sesi itiraz istemez bir tondaydı. Yağız ise onun buz sözlerinden gururlanmış ve küçük bir çocuk gibi gözleri parıldamıştı. Sanki o, ilgi bekleyen küçük bir çocuk, Günay ise zoru seven otoriter bir babaydı.

"Baba..." Sevgi koşuşturarak gelmiş ve önünde eğilen babasının kucağına zıplayıvermişti. Günay onu bir taraftan öpücüklere boğarken diğer taraftan ise bedenini kontrol ediyordu.

"Bak doğruyu söyle Sevgi, gerçekten bir şey yapmadılar değil mi sana?" Her ne yaşadıysa, kötü şeyler olacak ki gerilmeden edemiyordu ve Günay'ın bu sert tepkisi Sevgi'yi korkutup ürkütürken, arkama saklandı.

Ben, Günay'ın bu tavrından dolayı Günay'ı uyarı dolu bakışlar atarken, Günay benim bakışlarımı fark edip sustu.

"Gel bakalım buraya..." diyerek kucağıma aldım Sevgi'yi ve yüzü gülsün diye gıdıklayarak öpmeye başladım onu. "İnsan benim yanıma gelir bacaksız önce, ben kurtardım seni, baban değil."

"Ama Çığlık abla..." Son kelimenin harfini uzatmıştı. "Babam benim kahramanım ki."

Küskün ve şakacı bir tavırla baba ve kızına bakıp konuştum. "Çok ayıp! Hem ben babanı da kurtardım, onun da kahramanı sayılırım."

Günay'da şakama eşlik etmişti; "Kızım ne diyorsa o!" diyerek kendi kucağına çekmişti Sevgi'yi.

Ben onların bu haline kıkırdamak istesem bile bozulmuş gibi yapıp ikisinin de saçlarını karıştırmıştım. "Bana bakın, biz üç kişilik bir aileyiz... Beni dışlarsanız kendime başka bir aile bulurum."

Sevgi söylediklerimi ciddiye alıp üzülmüş olacak ki babasının boynunu tutan kollarından birini benim boynuma uzatıp kendisine çekti. "Gerçekten başka birini bulur musun, Çığlık abla?"

"Günay gibisini bulabilirim de..." diyerek süzdüm Günay'ı. Günay'ın hafifçe kaşları çatılsa da, yüzündeki gülümseme bozulmamıştı. "Senin gibini tabi ki bulamam bücürük." Sevgi sırıtmış ve beni yanağımdan öpmüştü.

"Sizce biz gerçekten aile miyiz?"

Sevgi'nin tatlı sorusu odadakilerini gülümsetirken, ben ve Günay şaşkınca birbirimize baktık. "Bence öyleyiz..." dedi Günay, benim yerime de konuşarak. Günay'ın dediklerine gülümsemiş ve onay vermiştim.

"Aile, anne, baba ve çocuktan oluşur ama..."

"Bazen bağları sen kurarsın ufaklık..." diyerek, Sevgi'nin söylediklerine karşılık ne diyeceğini bilemeyen ben ile Günay'ın yerine cevap vermişti İstanbul, nasihat verircesine.

Sevgi boncuk boncuk gözlerini İstanbul'a dikmiş ve İstanbul'u can kulağı ile dinlemeye başlamıştı.

"Ben annem ile babamı çok genç yaşta kaybettim ufaklık, senden bile daha küçüktüm. Belli bir yaşa geldikten sonra amcam bana bu tespihi verdi..." diyerek cebinden kahve rengindeki bir teşbih çıkarttı. "Bu bir aile yadigarı, yani normalde babadan oğula geçer fakat babamın ölüyle birlikte amcam tespihi almış, belli bir yaşa geldikten sonra da bana hediye olarak vermişti. Bu tespih çok özel ustaların elinden çıktı, önemli insanların elinde dolaştı fakat tespihi özel kılan bu değil, nedir biliyor musun?" Sevgi cevap verememiş, gözleri tespih ile İstanbul arasında gidip geliyordu. "Birincisi bu tespihe babam dokundu, ikincisi ise boncukların sırrı..."

Sevgi şaşkınca sordu, "Boncuklar mı?"

"Öyle ya," diyerek onayladı İstanbul. "Bu boncukların her biri bir şeyin simgesi; Anne, baba, dede, eş, dostların...ve sen. Fakat onlarla iyi veya kötü ne yaşarsan yaşa, onları bir arada tutan bir şey var, bir tür bağ... İp." diyerek iki boncuk arasındaki ipi gösterdi. "Yani ufaklık, aile olmak sadece anne, baba ve çocuk olmak değildir."

---🐞---

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

---🐞---

*Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna alıntı.

Yazar: LAILA

BENİ TAKİP EDEBİLMEK İÇİN;

INSTAGRAM: qteang

TWITTER: qteangg

SAĞIR KULAĞA AĞLAMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin