20.BÖLÜM: "GİTMELER İLE KALMALAR..." (Part2)
-Kaldığım yerden başlamak istiyorum. İstediğim anda ise durmak... Anlatmak ve anlaşılmak.
Tarih: Sessizliğin Sesi.
Saat: 13: 44.
Sanırım o da bunun farkında olmuş olacak ki beynim onu sayıklarken ve ellerim kahvenin artık neredeyse dibini görmek üzereyken; gözlerim yağmurun altında her zaman ki dağınık kumral saçlarının bu sefer ıslanmış ve ifadesiz bir suratla bana bakan kahvelerinin her zaman ki acısından arınmış olduğunu görmemle birlikte bırak o an tepki vermeyi, o an dudaklarıma götürmüş olduğum kahveden dudaklarımın yerini bulamayıp üstüme dökmüş fakat yaptığım bu sakarlık ikimizi de gülümsetmemişti.
Camı tıklattı; Tik ve tak. Sanki burada olduğunu bana hatırlatmak ister gibiydi ama beynim sanki onun bana geleceğini önceden biliyormuş gibi önceden kendisini onunla sarıp sarmalamıştı bile. Artık ezbere bildiği kokusunu tarif etmesine gerek bile yoktu... Toprak kokusu, şu anlık için ıslak toprak kokusu.
O, böylesine bana kendini hatırlatmak isterken, nasıl onu bir dakikalık bile olsa unutabileceğimi düşündürdü ki?
Bu Olric, Günay'ın bana karşı yaptığı bu harekette yine kendimi bulmuştum. Bana kendini hatırlatma çabası, benim sana kendimi hatırlatmaya çalışmam gibi eşdeğerdi.
Bulunduğu yer benim bahçem sayılırdı ve yağmur yağacağından dolayı çoktan oradaki mobilyaların üstünü kapatmıştım bile ve havanın soğuk olduğunu da düşünecek olursak eğer, onu daha fazla dışarıda bekletmemek için salonun sağ tarafına doğru yürüyerek bahçeye açılan kapıyı açtım ve onu içeriye davet ettim.
Sessiz davetime, sessizlikle icabet etti.
Hala neden elimde gezdirdiğimi anlamadığım ve artık soğumuş olan fincanı sehpaya bırakırken, üstüme döktüğüm küçük damla kahveyi şu anlık umursamadım. Günay'ın çoktan koltukların birine oturduğunu düşünmüştüm fakat arkamı döndüğümde onu bir anda karşımda bulmam ve bedenimin, onun sert bedenine çarpması ile şaşkınlıktan neye uğradığımı şaşırırken, dengemin bir anda altüst olması nedeniyle refleksle dirseklerine kadar kıvırmış olduğu ve iki düğmesinin açık olduğu siyah rengindeki gömleğinin yakalarını ellerimle tutmuş ve kendime zaman vermek istemiştim.
Fakat o bu sefer bana istediğimi vermemekte kararlıydı; Gömleğinin yakalarını tutmuş olan iki elim de bedenlerimizin arasında sıkışıp kalırken, Günay'ın ellerinin bedenimi sarıp kendine sertçe çekmesi ile mantığımda bu yolda beni yalnız bırakmıştı.
O anda hatırladığım tek şey burnuma kokan ıslanmış toprak kokusu ve bana bakan bir çift tatlı kahve renginde ki gözlerdi. Sonrası ise tamamen kelimelerin kifayetsiz kaldığı, anlatmak istesem de yine her zaman ki gibi anlaşılacağını düşünmediğim bir yerden başlıyordu; Dudaklarıma dokunan dudakları yağmurdan ötürü ıslanmışlardı. Çıkan ani rüzgarın sert şiddetiyle bir anda kendi dalından acımasızca koparılan cılız bir yaprak gibi Günay'ın bu ani ve sert tutumuna karşı zayıfça sessiz kalıyordum.
Gömleğinin yakalarını tutan ellerim, bir anda güçsüz kalmışlardı. Günay, belki de onu iteceğimi düşündüğünden olsa gerek belimi sımsıkı sarmaya devam ediyor, ben ona karşı gücümü kaybettikçe o güç elde etmeye devam ediyordu.
Bu yüzden ellerimi bir adım bile oynatamamakla birlikte hayatının bana karşı ördüğü duvarlarına tosladığımı fark etmemle, alacağım ufak bir nefesle durup soluklanmak istesem de ne yazık ki Günay tarafından çoktan kuşatılmıştım.
Hala karşımda olduğu halde acı çekmeye devam ediyordum.
Hala birbirimize bu kadar yakınken bile, benden yine kendini esirgeyecek bir şeyler bulabiliyordu.
Hala zayıf ve dağılmış gözüküyordum.
Günay hiçbir şey demeden yanağını yanağıma bastırıp kafasını boynuma gömerken, annemin beni küçükken yanağını yanağıma bastırıp uyuttuğu zamanlar aklıma geldi ve bu his, anneme karşı duyduğum ve gün geçtikçe artan özlem hissiyle kapışırken, bunu Günay'ın bilip bilmediğini merak ediyordum. Kendiliğinden tekrar kapanan gözlerimden sessiz yaşlarım akıp çeneme doğru kendilerine bir yol çizerken, titrek küçük bir nefes alıp hala aramızda olan kollarımı indirerek güçsüz bir şekilde iki yanda sallanmasını sağladım.
Yorulacağını düşünüp beni bir süre sonra bırakacağını düşündüğüm Günay ise tam tersi, her geçen zamanda bana daha çok sarılmış, kokumu daha çok içine çekmiş, yanağını yanağıma daha çok yaslanmıştı. Öyle ki yanağıma batan sakalları bile sanki binlerce iğnenin bulunduğu bir yatağa yatıyormuşum gibi bir his veriyordu.
Öyle ya da böyle, Günay bir şekilde canımı acıtabilmeyi, ruhumun kan kusmasını sağlayabilmeyi başarabiliyordu fakat ben yine de soranlara "Şerbet içtim..." demekten vazgeçemiyordum.
---🐞---
*Oğuz Atay'dan alıntı.
Yazar: LAILA
BENİ TAKİP EDEBİLMEK İÇİN;
INSTAGRAM: qteang
TWITTER: qteangg
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAĞIR KULAĞA AĞLAMAK
RomanceHER GÜN AYNI SAATTE YENİ BÖLÜMLER PARTLAR HALİNDE GÜNCELLENİYOR! ---------------------------------------------------------- ACIDAN DOĞAN ACINASI VARLIKLAR SERİSİ -SAĞIR KULAĞA AĞLAMAK: Bir annenin rahmine düşen benlik, öğrendiği gerçekler karşısında...