132.Bölüm

614K 30.2K 135K
                                    

18 Ağustos 1913 tarihinde, -ben doğmadan seksen sene önce- Monte Carlo'daki bir kumarhanede bulunan insanlar, enteresan bir deneyim yaşamışlar: Gün içerisinde rulet tekerleği, on kere üst üste siyah sayı üzerinde durmuş. Olasılık teorisine göre, her olay ya da oluşumun bir öncekinden bağımsız olduğu kabul edilir ve fakat, o gün, o kumarhanedeki oyuncular, daha fazla siyah gelemez diye düşünerek, yani Monte Carlo Yanılgısı'na kapılarak, sürekli kırmızı renk üzerine bahis yapmaya başlamışlar. Ama top, arka arkaya siyah renk üzerine gelmeye devam etmiş ve oyuncular milyonlarca doları çok kısa bir süre içinde kaybetmişler.

Onlara bu kadar imkansız gelen bu şey, matematik bilen biri için aslında çok normal bir olaydı çünkü, arka arkaya bin kez bile top siyahın üzerinde dursa, bin birinci atışta topun siyahın ya da kırmızının üzerinde durma ihtimali, hala yüzde elli. Yani geçmişte olan olaylar, gelecekte yaşanması muhtemel olayları etkilemezdi.

Ne zaman Monte Carlo'da bir kumarhaneye girsem, bunu düşünmeden edemiyordum.

Ben rulet oynamaktan çok çabuk sıkılıyordum çünkü şansa dayalı oyunları değil, zekaya dayalı oyunları seviyordum. İnsanın şansının her zaman yaver gitmediğini en iyi bilen insanlardan biriydim; günün birinde, bana gelme ihtimali yüzde elli olan maça kızı Bora'ya gitmişti. Üstelik, şimdi çok iyi bildiğim üzere, o masaya defalarca otursak ve şansımızı denesek, her ne kadar yüzde elli ihtimalle kazanabilecek olsam da hiçbir zaman kazanamazdım çünkü nedenini anlamadığım bir şekilde, maça kızının her zaman Bora'ya geldiği rivayet ediliyordu. Şimdi olduğu gibi.

Bora, elindeki maça kızı ve kupa kızını açtığında kare yapmış ve bu eli de kazanmıştı.

Bat yenilenlerden birisi olmasına rağmen üzülmüyor, aksine çok keyif alıyordu. Belki de Kara ile aynı masaya oturabilmenin şerefine eriştiğinden, geçirdiği her bir dakikanın tadını çıkartmak ona yeterli geliyordu. Her ne kadar bu kumarhaneye bugün benim için gelmiş olsak da, benim canım oynamak istememişti çünkü benim için yeterli olan spor ayakkabılarım, mini kot şortum ve siyah büstiyerimle buraya girebilmekti. 1 Mart 2018'de, kıyafetlerimi beğenmediği için beni buraya almayan kapıdaki görevli muhtemelen beni tanımamıştı fakat bugün, kıyafetlerimden ziyade, başka bir forsum vardı: Kara'nın karısıydım.

Hoş ben zaten artık, Monte Carlo'daki büyük masanın da üyesiydim.

Bora hafif çaprazında kalarak Bat'in yanında oturduğum için, sık sık beni gözleriyle kontrol ediyor, iyi olduğumdan veya sıkılmadığımdan emin olmak istiyordu. Her defasında ona gülümseyerek karşılık veriyordum çünkü gülümsememe olan ihtiyacının farkındaydım. Bu sabah Begüm'ü, Demir'i, Asya'yı, Eren'i, Can'ı ve en önemlisi Gökhan'ı Paris'e uğurlamıştı ve bu uğurlama, bir çeşit Gökhan'la vedasıydı. Ve vedalaşmamak üzere anlaşmışlar gibi, birbirlerine sadece "Eyvallah" demeyi uygun bulmuşlardı. Hayat ne getirirdi bilinmez, kalbimde boy gösteren zonklama Gökhan gittiğinden beri dinmiyordu.

Bora'nın kafası Çıfıt Çarşısı gibi olmalıydı fakat bunu dışarıdan bakan birisinin anlamasına izin vermiyordu. Tek başına kalmakla alakalı ne düşünüyordu, OCTO'nun varlığı ona ne kadar yetecekti, yanında kalan adamlarından hangisini kendine daha yakın olması için seçecekti bilmiyordum ama deli gibi merak ediyordum. Belki de saatlerce konuşmamız gerekiyordu ama bir yandan da henüz konuşmak istemediğini fark edebiliyordum.

Yalnızca onun değil, benim de konuşmak istemediklerim vardı. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra Bora, Levent Duman'la görüşecekti ve yanında Hande de olacaktı. Konunun Mehmet Şahindağ olduğunu ve Levent Duman'ı kendi tarafına çekeceğini anlamıştım fakat Hande'nin adını duyduğum gibi, bu konuyla ilgilenmediğimi söylemiştim. Yaptığı plan yalnızca Bora'yı ilgilendirirdi ve benim, her planın içinde olmama gerek yoktu.

Maça Kızı 8Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin