Bora, telefon konuşmam bittiğinde masasına yürürken gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bakışlarıma yerleştirdiğim, "Merak etme, gayet iyiyim. Ve şu an Eren'le alakalı konuşmak istemiyorum." mesajını almış gibiydi. Gözlerinin koyuluğu "Ne demek istediğini anlıyorum." diye bağırıyordu. Masasının karşısındaki koltuğa oturmamla arkasına yaslandı. Ve biçimine akıl sır erdiremediğim güzel dudakları aralandı.
İşte Bora Karabey...
Eren'in benimle alakalı düşündüğü her şeye kafa tutuyordu. Bana kafa tutuyordu. Beni zorluyordu. Ben izin vermediğim sürece, kimse istemediğim konuyu konuşamayabilirdi ama benim izin verip vermemem Bora'yı zerre ilgilendirmiyordu. Peki ben, bundan gerçekten rahatsız oluyor muydum?
Zaman durmuştu...
Bora dudaklarını aralar aralamaz, tanıdığım bütün insanları düşünmeye başladım. Sevdiğim, çok sevdiğim, önemsediğim, değer verdiğim, sevmediğim, nefret ettiğim, umursamadığım, saygı duyduğum, saygı bile duymadığım herkes gözümün önünden film şeridi misali geçmeye başladı; Bora ise bu insanların arasında yoktu.
Ona yer bulamıyordum hayatımda. Ne olduğunu bilmediğim bir geometrik şekildi; şekli yoktu.
"Nazlı... Şu piçin önde gideni olduğumu iddia eden arkadaşın var ya hani... O haklı. Söylediği her şeyde." dedi, sakin bir ses tonu vardı. Gözlerini birazcık kısmış, beni okumaya çalışıyordu.
"Bugün annemin, babamın ve anneannemin ölüm yıl dönümü biliyor musun?" diye sordum, açtığı konuyu umursamadan. Kısa bir süre gözlerimin içine baktı.
"Haklı. Ve senin ona kızmaya hakkın yok." dedi. Bir kez daha konuyu kendi istediği yere getirmişti. Direnme boşuna Naz.
"Onun da bana karışmaya hakkı yok." dedim, masasından elime aldığım rastgele bir kalemle saçlarımı topuz yaparken.
"Tabii haklı olması, seninle istediği gibi konuşabileceği anlamına gelmiyor... Ama bu, bugünün değil sonranın konusu... Sırası gelir elbet." dedi.
Sehpanın üzerindeki kitap dikkatimi çekmişti. Montaigne, Denemeler. Kitabı elime aldım ve arasında ayraç olan sayfayı açtım.
"Hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür: Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz. Bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yok ki. Atalarınızın gördüğü, torunlarınızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir."
"Seninle konuşuyorum Nazlı!" dedi, uyarıcı bir ses tonuyla.
"Sever misin?" dedim, kitaptan kafamı kaldırmadan.
"Yüzüme bak Nazlı!" dedi, yine uyarıcı bir ses tonuyla. Kafamı kaldırdım ve gözlerim gözleriyle birleşti.
"Konuşmak istemiyorum. Yani bu konuyu." dedim, gözlerim konuyu kapatması için yalvarıyordu. Derin bir nefes aldım. "Bak, Eren zor birisidir. Ve bana çok değer verir. Seni tanımıyor... Sana öyle bir yakıştırma yapması da tamamen ön yargı." dedim, ikna etmeye çalışıcı bir ifadeyle. Eren'in zarar görmemesi lazımdı.
"Sana ima ettiği hiçbir şey hoş değildi." dedi. Bakışlarını, elindeki kaleme yönlendirmişti. Ben pek paylaşımcı değildim ve Eren de ne kadar ileri gidebileceğimi kestirememişti. Hakan'ı sevmezdi, benim düzenbaz kişiliğimden hoşlanmazdı ve Anıl'a olan hislerimi de desteklediği pek söylenemezdi. Bana yaptığı ima ise asla bir yakıştırma değildi; olayın şokuyla ve yanımda olamadığından ötürü düştüğü bir gafletti. Eren benim arkadaşımdı; onunla aramdaki ilişki sadece beni ilgilendirirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
General Fiction"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...