"SENDEN NEFRET ETMEK İSTEDİM!" diye bağırdım. Bu saatten sonra hiçbir şey umrumda değildi. Olduğu yerde, arkası bana dönük bir şekilde, çakılı kaldı. "SENDEN NEFRET ETMEK İSTEDİM!" diye bir kez daha bağırdım.
Mırıldanarak söylediği cümle ise beni okyanusun en dibine sokuyordu.
"Edebilirsin şimdi."
"SENDEN NEFRET ETMEK İSTEMİYORUM!" dedim, avazım çıktığı kadar bağırarak.
Hani bazen gerçek hislerini, yolun sonuna geldiğini anladığında ortaya açıkça dökerdi insan; bunu mu yaşıyordum? Ondan nefret etmek için diretirken, nefret etmek istemiyor muydum aslında? Aşkta bile dümdüz bir insandım ben; şimdi ona karşı kendimi dahi kandırmayı nasıl başarıyordum? Alt tarafı bir anlaşma yapmıştık, nasıl benim için bu kadar önem arz etmeye başlayabilirdi, nasıl bu kadar kafamı karıştırabilir ve beni dengesizleştirebilirdi ki? Yüzünü bana döndü, bakışları ifadeden yoksundu.
"Kandırma kendini Nazlı. Benden nefret etmek istediğini ikimiz de biliyoruz." dedi. Sesi buz gibiydi. "Ve aslında korktuğunu... Korkmadığını sana düşündüren şeyin, anın büyüsü olduğunu... Ama aslında deli gibi korktuğunu ikimiz de biliyoruz."
"BÜTÜN DENGEMİ ALTÜST ETTİN! ŞU LANET OLASI HAYATTA ÖLÜP GİDECEKTİM! BOK MU VARDI DA BENİ YAŞATMAK İSTEDİN?" diye bağırdım. Yer değiştirmiştik; öfkeden deliye dönme sırası bana geçmişti yeniden. Gözlerini gözlerime sabitlemiş, öylece bana bakıyordu. Bir süre de bakmaya devam etti. Ve en sonunda, dudakları aralandı.
"Ben senin duygularından sorumlu değilim Nazlı. Beni kendi iç dünyan yüzünden suçlayamazsın." dedi.
Bu kadarı fazlaydı; beynimi, ruhumu, içimi okuyamazdı. Bu kadarına hakkı yoktu! Ona doğru hızlı adımlarla yürüdüm ve göğsüne avuç içlerimle vurmaya başladım.
"KİMSİN SEN HE? KİMSİN? BANA BUNU YAPAMAZSIN!" diye bağırıyor, tüm gücümle göğsüne vuruyordum.
Hiçbir tepki vermiyordu.
"SANA SORUYORUM YA? BIKTIM CEVAP VERMEDİĞİN SORULARDAN! BIKTIM EMİR KİPLERİNDEN! BAĞIRIYORUM SANA BAK! BIKTIM SENDEN ANLIYOR MUSUN? BIKTIM SENDEN!" diye bir kez daha bağırdım.
Ellerimi göğsünden çekmeden, alnımı göğsünün ortasına dayadığımda, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. O hiçbir tepki vermiyor, yerinden kıpırdamıyordu. Sesim güçlükle çıkmaya başlamıştı. "Yoruldum! Beş günde... Bazen senden çok korkuyorum. Bazen de- MANYAKSIN SEN! Bazen dünyanın en iyi adamı oluyorsun bazen de- ÇIK GİT HAYATIMDAN N'OLUR YA! Mutsuzdum ben! Sen gelene kadar çok mutsuzdum! Neden geldin ki? Manyak mısın? Manyaksın!" dedim.
Hiçbir tepki vermiyordu.
Alnımı göğsünden ayırıp, başımı onun yüzüne doğru kaldırdığımda, yumduğu gözlerini açtı. İfadesizdi. Onu okuyamıyordum. Simsiyah gözlerine gözlerimi dikerek, konuşmaya başladım. "Kahramanım mısın değil misin artık karar ver! Senin yüzünden hasta olacağım!" dedim, sitemle. Gözlerime üç saniyeden çok, dört saniyeden az bir süre baktıktan sonra nihayet yeniden konuştu.
"Bin arabaya. Bu gece seni bir otele bırakacağım. Yarın da seni güvenli bir eve yerleştirirler. Sekiz ay bitene kadar orada yaşarsın." dedi, buz gibi bir ses tonuyla. Ellerimi göğsünden çektim ve iki adım geriye gittim. Kafamı iki yana sallıyor, kilitlenmiş bir şekilde ona bakıyordum. Hayal kırıklığısın Bora Karabey, bir kez daha. Beni başından atacak kadar mı katlanılmaz bir insandım ben gerçekten?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
General Fiction"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...