Uçağın ana salon kısmına geçtim ve Bora'nın yanına oturdum. Aşağıya baktım. Uçak inişe geçerken de yüzümü gözlerine sokar gibi ona dönerek, "Nereye geldik?" diye sordum.
"Batum'dayız," dedi. Kaşlarımı çatarken, bunun beni daha da çirkin hale getirdiğinin bilincindeydim. "Leo'yu almaya geldik."
Ben nasıl, Annie neden bizle gelmedi o zaman, neden baş başa geldik, neden kimseye haber vermedik diye soramadan telefonu çaldı.
Ekranda Üç Numara yazıyordu.
"Lütfen öğrenmemiş ol..." dedi Bora, kendi kendine. "Lütfen..." Derin bir nefes aldı ve telefonu açtı. "Acil değilse, işim var Begüm..." dedi.
"Abi!" diye bağırdı Begüm, Bora'nın dediğini önemsemeden. "Abi neredesin?!" Bora sessiz kaldı. "Abi, Beyza yaşıyormuş! Neredesin?!" Bora yüzüme baktığında, konuşmayı unutmuş olabileceğini düşündüm. Konuşmayı unutmadıysa da ne diyebileceğini asla bilmediği kesindi. "Abi! Sana diyorum!" dedi Begüm. Sesi bana kadar ulaştığına göre, Bora bu tınıyı yüksek buluyor ama herhangi bir tepki veremiyordu. "Konuşsana!" dedi Begüm, en sonunda.
"Konuşamıyorum," dedi Bora, gözlerini yumarken. Begüm'ün herhangi bir şey demesine fırsat kalmadan, "Begüm şimdi değil," diye ekledi. "Sonra. Sonra arayacağım." Telefonu kapattığında içine çektiği derin nefesi göğsü kaldıramamış gibi öksürdü. "Nereden duydun?!" diye mırıldandı. "Allah kahretsin!" Uçak piste iniş yaptığında doğrudan oturduğu koltuktan kalktı ve kapının açılmasını beklemeden kapıya vardı.
Havaalanının önünde bizi bekleyen minibüse varıncaya kadar koruduğu sessizliği, minibüs hareket aldıktan biraz sonra bozmuştu: "Leo'nun üzerinde, sanırım saatinde, bir dinleyici olacak..." Begüm'ün kendisini aramasından her ne kadar sıyrılamamış olsa da yine de ciddiyetini koruyordu. "Gürcüler, Philip'in yanından çıkardılar, Gürcistan'a getirdiler Mehmet Şahindağ'ı. Leo'yla beraber. Ama burada uzun süre kalamayacağını biliyordu. Karadeniz üzerinden kaçmak için, Gürcü'lerden yardım istemiş. Gürcü'ler de -benimle anlaşma yaptıkları için- hem çocuğu hem de onu kaçıramayacaklarını söylemişler. Şu an eli kolu bağlı, güçsüz. O yüzden de tek başına kaçmayı kabul etmek zorunda kalmış. Ama yine de Leo'nun konumunu takip edebilmek ve yanında konuşulanları dinlemek için, işini sağlama almış. Sonra da bana haber uçmasını istemiş, Leo'yu gelip almam için. Sözde Beyza'ya iyilik yapıyor yani, onu oğluna kavuşturuyor."
"Neden kaçmasına engel olmadılar peki?" diye sordum.
Bora başını iki yana salladı. "Gürcü'lerden aynı anda birden çok şey isteyemezdim..." dedi. İfadesine yayılan sıkıntı oldukça açıktı. "Önceliğim Leo'ydu. Leo'yu almamı sağlayacaklardı, böyle anlaştık ve sözlerini de tuttular. Üstelik, üstünün boş olmayacağını söylemeleri bile iyi niyet göstergesi."
Ayağımızın dibinde olan valize bakarken, "İstihbarat'la yaptığın bilgi takasının dışında... Ne kadar istediler?" diye sordum.
"On milyon dolar banknot var valizde," dedi Bora. Bakışlarını birkaç saniyeliğine valize dikip yeniden bana baktı. "Ama istekleri bununla sınırlı değil. Ellerindeki çocuğun değerli olduğunun farkındalar. Beş jet, beş konteyner gemi, on helikopter, yüz tane de tır istediler."
"Kim bu adamlar?" diye sordum, merakla.
"İş adamları," dedi Bora. Tavrı, bu adamlar her kimse, onların istediklerini yerine getirdiği için duyduğu öfkeyi haykırıyordu. "Satın alımları gerçekleştirmek için araya paravan şirket soktum. O yüzden bu kadar oyalandım. Ha bir de Gürcistan'a geldiğimizi kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Bir kuruş eksik olsun, yüz değil doksan dokuz tır olsun, vermezlerdi Leo'yu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
General Fiction"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...