Güneşçiçeği*🌻🌻

227K 12.6K 14.1K
                                    

Kapıya doğru yürürken, bir yandan da Nazlı'nın numarasını tuşlamış ve telefonu kulağıma götürmüştüm.

Çaldı. Çaldı. Çaldı. Çaldı. Çaldı.

"Efendim," dedi en sonunda.

"Kaybetmişler seni! Neredesin Nazlı?!"

"Kapıdayım," dedi.

Bahçe kapısını açar açmaz onu kendime çektim. Buraya kadar. Kırgınlığım, kızgınlığım hepsi geçti. Burnum saç diplerine ulaştı, içim yeniden yazla dolup taşıyor. "Çok korktum!" diye soludum. "Çok korktum Nazlı!" İçime şükür dolu bir nefes çekerken, ellerini sırtımda hissettim. Bana sarılması beklediğim bir şey değil. Kalbimin deli gibi çarptığını, kalbi hissediyor mu?

Bir süre öylece kaldık. Uzun zaman sonra ilk defa yazla haşır neşir olduğum, göğsümün ısındığı, ruhumun aydınlandığı ve kısa mı yoksa uzun mu olduğunu bilmediğim bir süre. Sesini duyana kadar. "Sadece şaka yapmak istemiştim," dedi.

Kollarımın arasından çıkmaya yeltenmemesi veya ellerini sırtımdan çekmemesi beni nasıl mutlu etti anlatamam. O kadar uzun zamandır mutsuzum ki minicik detaylarla beni dünyanın en mutlu adamı yapıyor. Hafifçe geri çekildim ve kâinatın en güzel yeşiline sahip gözlerine baktım. Gözleri, gözlerimin en içine değdiğinde cennetin kapıları açılıyor ve ben rahatlıyorum. Alıp verdiğim nefes minnetle doldu.

"Gülmedim," dedim. Ama Nazlı güldü. İçten gülüşünü bana da bulaştırdı. Gülümsedim. "Hoş geldin," dedim. Ellerimi ceplerime sokarken, "Eğlenceli bir plan yaptığını söyleyince... Buraya gelmeyeceksin sanmıştım," diye ekledim.

"Şu yüz halinden başka hiçbir şey, beni daha çok eğlendiremezdi..." dedi. İngilizce'ye geçtiğine göre gardını kuşandı. "Fakat tüm akşamı burada, kapı önünde geçirmeyi hedefliyorsan, otele erken döneceğime eminim..." diye devam etti.

Duraksadım. Beynim çok yönlü düşünmeyi bıraktı sanki. Ellerimi ceplerimden çıkarırken yutkundum. "Affedersin," dedim, ona konuştuğu dilde eşlik ederek. Kapıyı gösterdim. "Lütfen."

İngilizce konuşmak, Türkçe konuşmak kadar normal benim için. Ana dilimi bilmeyen arkadaşlarım, ortaklarım ve çalışanlarım var. Ama Nazlı'yla İngilizce konuşmak tuhaf, yersiz ve yetersiz hissettiriyor. Yabancı hissettiriyor. Hem konuştuğu dile hem de Nazlı'ya.

Önce bahçeye girdi. Sonra da eve doğru ilerledi. Selim'e baktım. İşaret parmağımla, evin etrafında dört dönmeleri emrini verdim. Selim emrin anlaşıldığını belli edercesine kafasını salladı. Nazlı'nın peşinden içeri girip kapıyı kapattım. Vestiyeri açtım ve içinden bir askı aldım.

Kabanını çıkardığında ağız dolusu bir "Siktir!" dememek için kendimi çok zor tutmuştum. Hamlesi, ki bu bir hamle mi ondan bile emin değilim, beklemediğim yerden geldi. Elbisesi su yeşili. Onu ilk kez öptüğüm gün giydiği elbiseyle, neredeyse birebir aynı tonlarda. Bu bir tesadüf mü yoksa bilerek mi bu rengi seçti, gerçekten merak ediyorum ama bu soruyu değil İngilizce, hiçbir dilde sorabilmemin bir yolu yok. Nazlı ile daha doğrusu Nina Adams Maskesi ile iletişim kurmak poker oynamaya benziyor. Ve o, artık iyi bir oyuncu. En azından elini belli etmemekte ustalaşmış. Su yeşili, Maçahel'i andıran gözlerine çok yakışıyor. Böyle düşündüğümü biliyor. Ben söyledim.

Kabanını bana uzattı, vestiyere astım. Elimle salonu gösterdim. Arkasını döndü. İlerlerken, hızlıca duvardaki tablolarda gözlerini gezdirdi. Burayı tanımaya çalışıyor. Elbisenin sırt kısmı tamamen tülden ibaret. Duruşu öyle iddialı, omuzları öyle dik ki aslında yürüyüşü bile vücudunun şekliyle orantılı olarak değişmiş. Onu karargâhta ilk gördüğüm gün tanıyamamam, gitgide daha da normalleşiyor kafamın içinde. Eskiden de seksiydi ama şimdi bedeninin ince hatlarına rağmen güçlü görüntüsü, onu daha da seksi bir hâle sokmuş.

Maça Kızı 8Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin