Çok heyecanlıydım, elim ayağım birbirine karışmıştı. Derin derin nefes alıyor, kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ve fakat panik atak krizinin kapıda olduğunu da hissediyordum. Kalbim yerinden çıkacaktı; CEO OLMUŞTUM! Naz yavaş gel, CEO falan olmadın! Olmuştum. Kendimi hiç bu kadar iyi, hiç bu kadar CEO hissetmemiş olabilirdim; kocaman bir holdingi yönetiyordum. Hayır alt tarafı Bay Martin'e ayıp olmasın diye yemek yiyeceksiniz Naz! Duymuştum; Nazan Hanım, Bora'yı temsil eden kişinin bazı kararlar alacağını söylemişti. Bu da demek oluyordu ki Karabey Holding'i ben yönetiyordum!
Karabey Holding'i yönetmesine yönetiyordum ama ne yazık ki yönetici kimliğime yaraşır hiçbir kıyafetim yoktu.
"Nazlı," dedi Bora. Odaya ne zaman girdiğini bilmiyordum. Bavulumda ne varsa yerlere saçmıştım fakat aradığım kıyafetleri bulamıyordum. Neden benim yönetici kıyafetlerim Kilyos'taki evde kalmıştı? Senin yönetici kıyafetlerin mi var Naz?
"Hiçbir şeyim yok ağlayacağım!" dedim, öfkeyle. Bora başını iki yana sallarken, koltuğa oturdu. "Pişman olmama ramak kaldı," dedi sitemle. Kara gözlerini gözlerime dikmişti. "Getirttiririz kıyafet, o son derdin olsun."
Derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Ne yani, böyle sakin sakin oturup bekleyecek miydim? Bekleyemezdim. Sakin bir şekilde hiç bekleyemezdim. Horon tep o zaman Naz! Bir derin nefes daha alıp oturma alanına geçtim ve oradan da balkona çıktım. Rüzgar, deniz kokusunu da ağaçlardan gelen kokuyla beraber burnuma dolduruyordu. Yemyeşil manzaranın arasında başka evlerin çatıları görülüyor, çok yakında olmasa da şehrin sesi duyuluyordu. Tarabya'nın adının terapi kelimesinden geldiği söylenirdi. Bu belki de bir rivayetti ama bu koku gerçekten de terapi gibiydi.
Belimde Bora'nın ellerini hissettim. Bergamot kokusu Tarabya'nın kokusuna karışmıştı. "İstediğim tek şey tüm dikkatinle Bay Martin'i dinlemen," dedi. Elleri karnımı sarmıştı. "Çok önemli bir şey konuşacağını sanmıyorum. Konuşacağımızı konuştuk zaten."
"Enteresan bir adam Bay Martin," dedim, ciddi bir ifadeyle. Bora, sakallarını yanağıma bilhassa değdirdi. "Turizm bilinirliğinden farklı olarak kendi kuralları var."
"Turizm bilinirliği ne demek?" diye sordu.
"Yani işte genel kurallar..." dedim.
"İyi bir yöneticinin kendi kuralları olur zaten, genellemelerin aksine..." dedi. Yanağımı öptü. "Sen araştırdın herhalde Bay Martin'i..."
"Evet. Las Vegas'tayken de birebir saha çalışması yapmış oldum. Şu özel sekiz oda muhabbeti bile, adamın farkını ortaya koyuyor..." dedim.
Bora gülerken, oturma alanının kapısı tıklatıldı. Benden ayrılırken "Gir," diye seslendi. Gökhan, Selim ve Alp ellerindeki çantalarla odaya girmişlerdi. Bora'nın izniyle Alp koltuğa oturdu ve çantalardan birisini sehpanın üzerine koyup çantayı açtı. Bu bir çanta değil bilgisayardı ve ben bunu filmlerde görünce şıp diye anlardım da gerçek hayatta neden anlayamamıştım bilmiyordum.
Bora, Alp'in yanına oturdu. "Kolundaki bilekliğin içinde izleme çipi var. Ona yerleştirebilir miyiz?" diye sordu. Bir anda ciddileşmiş, adeta patron kimliğine bürünmüştü. Açıkçası ondan öğrenmem gereken çok şey vardı.
Alp mekanik bir tavırla, "Bilekliğe bakabilir miyim?" diye sordu. Bora'nın bakışları bana çevrildiğinde, bilekliği kolumdan çıkarttım ve Bora'ya uzattım. Alp, Selim'in elindeki çantayı istedi. O çantadaki bilgisayarı da açıp az evvel koltuğa bıraktığı küçük çantanın içini açtı. Tornavidaya benzer bir şeyle nazarlık kısmının içini sökmeye başladı. "Almaz bu efendim," dedi Alp. Bakışlarını ikinci açtığı bilgisayara çevirdi. Bilgisayarda kısa bir işlem yaptıktan sonra, "Bu çok işe yarar bir alet değil zaten," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
General Fiction"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...