Bu manyak ne yapmaya çalışıyordu?
"Duşa gir, rahatla... Bir saat sonra da üç kat aşağıya in. Yemek yiyeceğiz." dedi. Algılayamıyordum. Gözlerine bomboş bakıyordum. Dudaklarım titriyordu ve ben sadece Bora'ya bakıyordum.
"İyi değilsin sen..." dedi telaşla. Ölmedin Naz. Beni kucağına alıp, hemen ilerideki yatağa yatırırken, sitem ediyordu. "Bir de ölmekten bahsediyor!" Yatağa yatırdığında, başucuma oturdu. Gözlerinden bir an olsun çekmediğim gözlerime, şefkatle bakıyordu.
"Ölmek korkakların işidir küçük hanım." dedi.
"Neden bana bunu yaptın?" dedim, neredeyse çıkmayan sesimle.
"Uyu hadi. Duş alacak bile dermanın kalmadı. Yemek hazır olduğunda, seni uyandırırlar." dedi, benim sorumu umursamadan. Gözlerimi kapattığımda, kendimi doğrudan uykunun kollarına bıraktım.
♠️
"Nazlı Hanım? Duyuyor musunuz beni?" diyordu bir ses. Yalnızca gece lambasının aydınlattığı odanın neresi ve bana seslenen kadının kim olduğunu seçmeye çalışıyordum. Sevim Hanım'dı. Bora'nın yardımcısıydı.
"Bir şey mi oldu?" diye sordum telaşla.
"Yemek hazır efendim... Bora Bey sizi uyandırmamı rica etti." dedi, oldukça sakindi.
"Tamam, geliyorum. Sağ olun." dedim.
"Üç kat aşağısı... Dilerseniz sizin hazırlanmanızı kapıda bekleyebilirim." dedi Sevim Hanım.
"Gerek yok, teşekkür ederim. Ben gelirim......Yalnız, rica etsem odanın ışığını yakabilir misiniz?" dedim. Sevim Hanım, nazikçe gülümseyerek, kapıya doğru ilerlerken, ışığı açtı.
Ölmemiştim. Neden öldürmemişti beni? 8 ay sonra ne yaşayacağımızın provasını yaptıracak kadar mı manyaktı? Gözlerimi ovuşturduğumda, son sözlerini aklıma getirmeye çalıştım.
"Ölmek korkakların işidir küçük hanım."
Ne demek istemişti? Karnım açlıktan gurulduyordu. Yatakta doğrularak odayı incelemeye başladım. Siyah ve bordo tonlarının hakim olduğu bir odaydı. Çift kişilik yatağın hemen sol tarafında bulunan pencerenin önünde, on bir tane bordo kelebeklerle süslenmiş siyah güneşlik ve tül vardı. Yatağın sağ tarafında ileride kocaman kemerle bölünmüş bir alan vardı. Aslında, odanın girişindeki kısa koridor havasını sağlayan duvarın, tamamen bu alanı ve yatağı perdelemek için tasarlandığı belliydi. Odanın kapısını açan birisi, yalnızca çalışma masasını görebilir ama sol tarafa uzanan odanın içini göremezdi.
Makyaj masasından, dolaba ve hatta banyo kapısına kadar kadar her şey bordo ve siyah tonlarındaydı. Kendimi tuhaf bir biçimde, bu odaya ait hissetmemin sebebini ise bilemiyordum. Ellerimi ve yüzümü yıkayıp, odadan çıktım. Boydan boya koridoru bitirdikten sonra, karşımdaki merdivenlere yöneldim. İki katı indiğimde, bugün eve girdiğimiz alana ulaştım. Büyüklü küçüklü heykellerin arasından geçerek salona doğru ilerledim; süslü salonda kimse yoktu. Sevim Hanım ve Bora üç kat aşağısı demişti Naz!
Süslü salondan çıkıp, yeniden merdivenlere ilerledim ve dönemeçli merdivenlerden on sekiz basamak inerek, alt kata ulaştım. Ağzım bir karış açık, şaşkınlıkla kocaman salona bakakalmıştım. Dışarıdan bakınca üç katlı görünen bu ev aslında dört katlıydı. Zemin kat oldukça muazzam tasarlanmıştı. Televizyon izleme köşesi, biraz arkasında havuza bakan oturma grubu, salonun diğer köşesinde havuza karşı bir yemek masası... Oldukça ferah, kahve tonlarının hakim olduğu, insanın kendisini rahat hissedebileceği bir alandı burası. İki tarafının boydan boya camla kaplı olması, bahçeyle iç içe olma hissi veriyor ve huzurlu hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
Genel Kurgu"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...