Sevgili Maça Kızı 8 Ailesi,
Sizleri çok seviyorum. Var olun. Daima.
♠️
Topuklu ayakkabılarımın sesi otel koridorunda yankılanırken, bir adam da bana eşlik ediyordu. Dört sene önce, Türkiye'nin en ünlü iş adamlarından, Karabey Holding'in sahibi Bora Karabey masama oturduğunda içime çöreklenen durma hissinin bir benzerini hissediyor olmam, muhtemelen kaygının, konsantrasyonumun önüne geçmesinden kaynaklanıyordu. Emir Milić'in odasına doğru yaklaşırken, arkamı dönmek ve buradan olabildiğince uzaklaşmak istiyordum ama hayat, bazen, insana seçme hakkı vermiyordu. Veriyorduysa da ben kolaya kaçamıyordum. Eğer Amerika'ya ihanetten tutuklanmak ve kalan ömrümü bir hücrede geçirmek istemiyorsam, -ki ömrümün ne kadar uzun olacağı meçhuldü- adamın tıklattığı kapıdan içeri girmek zorundaydım.
Zorundalık...
Kesinlikle yapılması gereken eylem.
Başka bir 1 Mart'ta.
"Hoş geldin," dedi Emir Milić, kapıyı açar açmaz. Yüzünde samimi görünen bir gülümseme vardı. "Lütfen, içeri gel."
İstemeye istemeye otel odasından içeriye girdiğimde, kulağımda Bora'nın sesi vardı: "Seni seviyorum." Beni herkesin duyabileceği fakat Bora'nın sesini -o istediği sürece- yalnızca benim duyduğum şekilde bir sistem kurmuşlardı ve ben gücümü Bora'dan alıyordum. "Gevşe." Gergin olduğumu nabız hareketlerimden anlıyor olmalıydı ve ben kalp atışlarımı biraz olsun yavaşlatmamı, heyecanımı azaltmamı, daha odaklı olabilmemi sağlayacak bir ilaç kullanmama rağmen o kadar da rahat değildim.
"Ne içersin?" diye sordu Emir Milić.
Aslında midem bulanıyordu ve fakat, Natalya sek votka içerdi. "Duymamış gibi davranıyorum," dedim, bozuk aksanlı İngilizce'mle.
"Sek votka içmesen, kokteyl hazırlasam sana?" dedi Emir Milić.
Gülümsemek için kendimi zorlarken, "Uğraşmana gerek yok," dedim. Açıkçası böyle söylesem de şu an benimle ilgilenmek yerine başka bir şeyle ilgilenmesi işime gelirdi.
Emir Milić, büyük salonun Amerikan tipi mutfağına doğru ilerlerken, "Benim için bir zevk. Ceketini çıkartsana," dedi. Böyle iyiydim. Ceketim, kumarda kaybedeceğim ama öncesinde asla çıkartmamam gereken bir parçaydı. "Bu havada üşüyor olman, Ruslara hakaret sayılır."
"Belki de odanın ısısını düşürmelisin," dedim, bilmiş bir edayla. Kolyemle oynuyor, Emir Milić'in bakışlarının kolyeme odaklanmasını sağlıyordum. "Sonuçta biz sıcağı sevmeyiz."
Emir Milić klima kumandasına uzandığında, yekpare pencereye doğru yürüdüm ve şehir manzarasına bakarak, biraz olsun kafamı toplamaya çalıştım. Ne yaparsam yapayım bir türlü gevşeyemiyordum. Gevşememi engelleyen en önemli faktörlerden biri, Bora'nın beni sevmesiydi; Bora beni sevdiği için yaşayabileceklerimden korkuyordum. Artık kaybedecek bir şeyi olmayan Nina Adams gibi hissedemiyordum. Operasyonlar, toplantılar, planlar da beni artık ekstra geren bir durum olmaya başlamıştı. Tüm bunları beyhude bir şeymiş gibi görüyordum. Kaotik ortamdan çok bunaldığım için, herkesten uzakta izole bir hayat yaşamak ve bu hayatın içine yalnızca Bora'yı dahil etmek istiyordum. Hatta öyle bir noktadaydım ki, utanmasam, Mehmet Şahindağ'ın ölüp ölmemesiyle bile ilgilenmeyecektim. Zafere giden yolda bu kadar ilerlemişken böyle düşünüyor olmam fazlasıyla garipti ve fakat içimde Monte Carlo'dan beridir, yorgunlukla birlikte büyüyen bir his vardı: Bora'ya sarılmak, bunca mücadeleden çok daha değerliydi, çünkü hayat çok kısaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
General Fiction"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...