♠️
57 dakika, 11 saniye önce...
Bora'nın, ölümün kıyısına ilerlediğini düşündükçe, kendimden daha çok soyutlanıyordum. Sevdiğim adamı kurtarmak üzere çıktığım yolda yalnızca tek bir harften ibaret olmak zorundaydım. Ne aklıma ne de kalbime söz düşmüyordu ve ben kurulmuş bir saat gibi adım atmaya şartlanmıştım. Hepimiz buna şartlanmıştık. Mehmet Şahindağ ile yaptığım telefon görüşmesinden yalnızca -saymadığım- dakikalar sonra İstanbul'a gitmek üzere havaalanına varmıştık. Gelmesinden tüm OCTO'nun kaçındığı günün planının aslında çoktan bir köşede beklediğini fark ettiğimde İstanbul'a doğru havalanan uçağın içindeydik.
Acil durum.
OCTO için her şeyin durduğu an.
Yedi koltuklu OCTO'nun liderinin, Mehmet Şahindağ'ın karşısına çıkacağını öğrendiğimiz an.
Tepeden tırnağa korkuya bulandığım an.
Havadayken, geçen zamanı saymanın beni rahatlatacağını biliyor olsam da ilk kez zamanın geçmesinden çok korkmuştum çünkü her saniye bir belirsizlik demekti ve o saniyelerde -Bora'yı kurtarma planının ayrıntılarını dinlemek ve bana düşenlere kafa yormak dışında- yaptığım tek şey, onu ilk gördüğüm andan son gördüğüm ana dek iyisiyle kötüsüyle, yaşadığımız her şeyi tekrar tekrar hissetmeye çalışmaktı. Bir yanım, kalbinin kalbimde attığını ve ona bir şey olmuş olsaydı hissedebileceğimi söylüyordu ki bu muhtemelen kalbimin sesiydi. Diğer yanım ise böyle şeylerin ancak filmlerde ya da kitaplarda olacağını dile getiriyor ve belki de onun çoktan öldüğünü haykırıyordu. Hayır, bu acımasız itirafı mantığım değil, korkularım yapıyordu.
Havaalanının özel çıkışından çıkar çıkmaz bakışlarım Aydın'ın acı kahve gözlerini bulmuştu. Kedere teslim olmuş yüzünü, yaslandığı arabaya çevirdi ve hafifçe iki kez üzerine vurdu. Şoför koltuğunun kapısı açıldı ve Gökhan, yüzünden düşen bin parçaya bölünmüş bir şekilde arabadan inip, bana baktı. Hızlı adımlarla onlara doğru ilerlediğimde, Bat'in de bana yaklaştığını hissetmiştim. Bakışlarım, bizim için getirilmiş dört arabayı tararken, daha fazla arabanın ve daha fazla adamın havaalanına yakın bir yerde beklediğini biliyordum.
"Hazır mısınız?" diye sorduğumda, Gökhan başıyla beni onaylamıştı. İçimdeki korkuların onun da yüreğine çöreklendiğini anlamam için kahin olmama gerek yoktu. "Kilyos'ta olup olmadıklarını teyit edebildiniz mi?"
"Evet," dedi Aydın, hızla. "Evdeler." Gökhan'a baktı. "Önden gitmemiz için direttim ama Gökhan, sizin planınıza sadık kalacağımız konusunda baskı yaptı! Neredeyse Ağva'ya varacakken Gökhan'ın telefonuyla nasıl döndüğümü bilmiyorum! Geç kaldık bile belki! Zaman kaybetmiyor muyuz yenge?!" Öfkeyle soludu. "Ha biz girmişiz, ha hayvanlar alemi girmiş, aynı şey değil mi Allah aşkına?!"
"Değil," dedim, yavaşça. Aydın itirazımın sebebini anlamıyordu. "Merak etme. Ne yaptığımızı biliyoruz."
"Ben emin değilim!" dedi Aydın sertçe. Bat, sakin bir şekilde yanımda dursa da gerildiğini fark etmiştim. "Kara ölüme gitti! Cebimde bir mektup var! Cebimde, öldüğünde sana vermemi istediği bir mektubu taşırken, ben hiçbir şeyden emin değilim!"
"Arabaları hazırlayın! Geliyorlar!" diye seslendi Gökhan, etraftaki adamlara.
Aydın, "Bir zahmet!" diye hayıflanırken, bakışları az evvel Bat'le beraber çıktığımız kapıya çevrilmişti. "Artık hareket alalım..." dedi. Gözleri kısılırken dudakları açıldı. "Nasıl?" diye sordu. Az evvel kısılan acı kahve gözleri birden fal taşı gibi açıldı ve adeta dondu kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Kızı 8
General Fiction"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama bazen öpünce de geçmez," dedi. Buz kestim. ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR VE GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUN...