Yedi ay sonra
Yavuz'dan
"Şişşt lan oğlum bir rahat durun ya. Hadi babacım yemeğimizi yiyelim. Açın bakalım o ağızları, bak uçak geliyor, aferin benim oğluma. Hadi bakalım Yağız, sen de aç oğlum ağzını, aferin benim paşama. Bunlar ne akıllı çocuklar oldular Sinan amcası, bir bak şunlara."
"Aynen aynen, ağlayacağım şimdi o kadar akıllı uslular. Hadi kızım, iki dakka rahat dur da şu üstünü giydireyim. Ver babacım kolunu, oy benim prensesime aferin. Dayısı asıl sen benim kızıma bak, nasıl da uslu uslu giyiyor üstünü. Di mi babacım, çok mu uslusun sen? Baban yesin mi bu elleri bu ayakları?"
"Dayısı kurban olsun prensesine ya, yerim onun poğaça yanaklarını ben. Oğlum dur yapma babacım. O oyuncak değil ama. Oğlum, lan batırdın her yerini, ver şu kaşığı bana. Ulan Yiğit, ulan Yiğit sabahtan beri bu kaçıncı batırdığın üst baş acaba? Yağız, sen de bir dur, veriyorum işte. Aç bakalım ağzını, oohh aferin benim oğluma."
"Hadi bakalım kızım, sen şimdi oyuncaklarınla oyna da ben de şu dayına yardım edeyim. Al bakalım şunları. Oh, mis gibi oldu benim prensesim. Geldim Yavuz geldim, sen Yiğit'e bana ver, Yağız'ı doyur."
Ben kafa sallarken Sinan gelip çocukların önünde durdu. Mama sandalyesine oturmuş iki sarı kafaya bakıp kaşlarını çattı.
"Oğlum, bunlardan hangisi Yiğit, hangisi Yağız lan?"
Gülerek Yiğit'in ağzına bir kaşık daha çorba verdim.
"Bu Yiğit bu, al hadi şunları da yedir."
Sinan uzattığım çorba kasesini alıp Yiğit'in karşısına oturdu.
"Ne bileyim lan, ikisi de aynı bunların. Sarı saçlar, mavi gözler, resmen iki tane küçük Yavuz var evde. Yiğit, aç amcacım ağzını, hoop."
"Valla nereye baksam sarı saçlar mavi gözler. Bahar da bayılıyor bu duruma."
"Sadece Bahar mı? Çocuklar sana benziyor diye dört köşesin, sanki bilmiyoruz."
Yandan bir gülüş atarak Yağız'a döndüm tekrar.
"Sinan, çocukların bezleri bitmiş, ben hemen alıp geleceğim. Yalnız kalabilirsin di mi? On, on beş dakkaya dönerim ben."
"Kalırım kalırım sen git al ne alacaksan."
Kafa sallayıp Yağız'ın ağzına son kaşık çorbayı da verip kalktım ayağa.
"Sen git de ben de ikizlerin üstünü değiştireyim, batırmışlar yine."
"Ben gelince hallederim, uğraşma."
"Yok yok hallederim ben, hadi sen git."
"Tamam, hemen dönerim."
Ceketimi alıp çıktım evden. Bahar gelmişti artık. Bizim bebeler de sekiz aylık olmuştu. Doğdukları günden beri hayatımızın merkezine yerleşmişlerdi. Bütün planları onlar yapıyordu. Her şeye onlar karar veriyordu. Ne zaman uyunacak, ne zaman uyanılacak, ne zaman yemek yenecek, nereye gidilecek, ne zaman gidilecek, eve ne zaman dönülecek; bütün planları Yiğit ve Yağız yapıyordu. Bize de o planlara uymaktan başka bir şey kalmıyordu. Sinan ve Leyla'da da durum aynıydı. Zeynep ikisini de parmağında oynatıyordu. Çocuklarımızın birlikte büyümesi muazzam bir şeydi. Kardeş gibi büyüyorlardı bizim ikizler ve Zeynep. Zaten süt kardeşiydiler. Büyüdükçe de bir araya her gelişleri iyice olay olur olmuştu. İkizler zaten birlikteyken ortalığı duman ediyorlardı. Bir de Zeynep eklenince yanlarına, ev savaş alanına dönüyordu.
Çocuklar doğduğundan beri Bahar ve Leyla bütün vakitlerini ve enerjilerini çocuklara harcıyorlardı. Özellikle Bahar, iki çocukla epeyi efor sarfediyordu onları büyütürken. Ben de her zaman yanında olmaya çalışıyordum. Birkaç haftadır kreşe gidiyorlar da, Bahar da biraz olsun rahatladı ama ona sorsan oğullarından ayrı geçirdiği her dakika onları özleyerek geçiyordu. Akşamı zor ediyordu doktor hanım oğullarına kavuşmak için. Bizim pabucumuz da iyice dama atılmıştı bu sarı sıpalar geldiğinden beri. Varsa yoksa oğulları. Hep onları seviyor, hep onları öpüyor, hep onlarla vakit geçiriyordu. Beni unuttu resmen. Veletler de aynı bana benziyor, Bahar beni, benimle aldatıyor gibi. O ne biçim laf Yavuz, aldatıyor falan? Onlar senin de oğulların, şaşırdın iyice. Hem karına haksızlık etme. Kadıncağız ikizlerden arda kalan bütün vaktini seninle geçiriyor da sana yaranamıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vuslat🥀
FanfictionBahar'ın mezarı başına çökmüş kendine lanet ediyordu Yavuz. Bütün bunlar onun suçuydu. Hepsi onun yüzünden olmuştu. Sevdiği kadın onun yüzünden vurulup ölmüştü. Yavuz bunun vicdan azabıyla kavrulurken, içindeki tarifsiz acı kül ediyordu onu. Sevdiği...