1.BÖLÜM SAVAŞ BAŞLIYOR

589 13 0
                                    

58

İşin içinde devletler, dinsel kurumlar, lobiler vardı... Şok bir baskından sonra kısa sürede Anadolu "barbar" Türklerin elinden alınması gereken bir Hıristiyan yurdu şeklinde sunulacak ve Amerikan Ordusu gecikmiş bir Haçlı Seferinin kahramanı olacaktı. Zaten 11 Eylül saldırılarından sonra Başkan Bush, "Bir Haçlı Seferine başladık" dememiş miydi?

Afganistan, Irak ve nihayet Türkiye!

Yalnız Türkiye nin diğerlerinden farkı doğrudan Amerika ya bağlanacak olmasıydı.

Gökhan sabaha dek endişeyle dolandı durdu. Nihayet ayaklan yorulduğunda birkaç saatlik huzursuz bir uykuya dalabildi.

Uyandıktan bir süre sonra çok uzun yıllardır ayak basmadığı ülkesinde olacağını biliyordu ama dehşetli zamanların da habercisi olacaktı.

27 Ocak 2007 Cumartesi ANKARA

Bonn dan havalanan uçak Esenboğa Havalimanı na öğleden sonra beşi çeyrek geçe indi. Diğer yolcular bekletilirken Gökhan arka kapıdan indirilip kontrolden geçirilmeden dışarı çıkarıldı.

Siyah bir Mercedes e bindirmişlerdi onu. Saçları Amerikan traşlı, iri yapılı, sivil giyimli iki görevlinin arasına sıkışmıştı. Elbette Frank Consal olarak geçirdiği yıllar vücudunu biraz hamlaştırmışü ama bildiği tekniklerle bu ikisiyle de başa çıkabileceğini düşündü. Başardığı yüzü aşkın görev bunun kanıtıydı.

Hiç de beklediği gibi güler yüzlü bir karşılama değildi bu. Refakatçileri hiç konuşmuyor, araba Ankara yönüne değil Eskişehir istikametine gidiyordu.

Nihayet Mercedes ana yoldan ayrılıp toprak yola girdiğinde Gökhan bir terslik olduğuna daha fazla inandı. Acaba açığa çıküğı için önce bir sorguya mı alacaklardı? Gri Takım da geçirdiği yıllar içinde devletin özellikle ajanlarına karşı vefa diye bir duygusu olmadığını iyi görmüştü. Yurtdışındaki köstebek kimliklere yerleştirilen ajanlar zaten ülkeleri için ölümü baştan kabullenmiş değiller miydi?

Bir müddet gittikten sonra düzlüğün ortasında uzaktan buğday silosu görünümünde bir binanın Önünde durdular... Gökhan arabadan indirilip kapıya doğru iteklendi. Tam kapıdan girecekti ki kafasının arkasına sert bir cisimle vuruldu... Son hatırladığı, huzur içinde ve kafatasındaki acıyla beraber derin bir karanlığa doğru yuvarlanıyor olduğuydu.

Ayıldığmda paslanmış makinelerle dolu geniş bir odada olduğunu fark etti. Elleri ve ayakları bir sandalyeye kelepçelenmişti. Yüksek tavanlı odanın içi sarı ampullerle aydınlatılmıştı. Odanın duvarları nemliydi, küf kokusu her yeri kaplamıştı. Bu iklimde yere yakın bir yerde bu kadar nem olmazdı, yerin birkaç kat alünda olmalıydılar.

Refakatçileri gözlerindeki siyah gözlükleriyle karşısına dikilmişlerdi. Onun kendine geldiğini anladıklarında yaklaşıp, sandalyesiyle birlikte kaldırıp ters çevirdiler. Gökhan böylece tahta bir masa ve karşısında çiçek bozuğu suratlı bir görevliyle karşı karşıya geldi.

Adam ona bakmıyordu, önündeki dosyayı mırıldanarak okudu:

METAL FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin