133
Öğle saatlerinde, Amerikan askerlerinin kurmaya başladığı üs gözle görünür biçimde şekillenmişti, insanlar endişeli yüzlerle seyrediyordu üssün kurulmasını. Herkes birbirine soruyordu, bu nasıl oluyor diye. Bolu Komando Tugayı nm unsurlarının saldırısı nedeniyle üste bazı yangınlar çıkmıştı.
Şehirdeki Jandarma Birliği ve Çevik Kuvvet Merkezi vurulduğundan beri jandarmaların nerede olduklarını bilmiyorlardı. Sadece polisler vardı ama sivil araçlarla dolaşıyorlardı yollarda ve askerî yığmağı en endişeli izleyenler de onlardı. Çevik kuvvet polisleri silahlarını ve mermilerini kuşanmış olarak bekliyorlardı. Yeni yerlerini kimseye söylememişlerdi ve bir arada olmamaya dikkat ediyorlardı. Şehrin güvenliğini sağlamak zorundaydılar. Amerikan askerleri gelirse ne yapacaklarını bilmiyor ve düşünmüyorlardı. Tek yapacakları şey savaşmak olabilirdi.
Öğlen güneşi havada parlarken bulutlar hızla önünü kapaüp geçiyordu. Şehrin merkezinde bir kahvenin önünde oturanlar aralarında ne yapacaklarını konuşuyordu.
"Bu şerefsizler direnenleri sorgusuz sualsiz bombalıyormuş Fevzi Amca," diye söylendi orta yaşlı bir esnaf. Dükkânı arük yoktu, insanlar her şeyi satın almıştı ama elinde kalan para bir işe yaramıyordu. Kendi ailesi için gizlice depoladığı yiyeceklerle idare ediyorlardı. Arada sırada polisler yiyecek maddesi dağıtıyordu halka. Nereden bulduklarını kimse bilmiyordu ama yakınlardaki askerî birliğin deposundan olduğuna emin gibiydiler.
"Ben hiç şaşırmadım, bilirdim bunların bir gün bunu yapacağını." Sözlerinde bıkkınlık ve hayal kırıklığı vardı. Neler olduğunu düşünecek halde değildi Fevzi Amca dedikleri adam. Altmış beş yaşındaydı ve hep yokluk görmüştü ama hayatta en çok övündüğü şey askerdeyken sınırda görev yapmış olmakü. "Biz askerken sınırı kartal gibi gözetlerdik, bazen kaçakçılar geçmeye çalıştı mı burnunun önündeki sigarayı vururduk vallahi."
"Öyle deme Fevzi Amca, değişti şimdi her şey." Söze karışan da esnaftan başka biriydi. Bir önceki ile aynıydı durumları. "Bu adamların silahları ile başa çıkmak zor. Baksana, sabah hiçbir şey yoktu şimdi koca ordu gelip yerleşti şuracığa."
Saatler geçerken bütün herkesin toplantılarında aynı şeyler konuşulmaya başlamıştı. Bir yandan nasıl savunma yapılması gerektiğinden bahsediliyordu bir yandan da eğer bu adamlar gelirse nasıl bir hayatın yaşanacağından. Bu tartışmalardan en çok etkilenen gençlerdi. Az çok biliyorlardı işgalcileri. Onlar gelirse nasıl bir hayat yaşayacaklarını da tahmin ediyorlardı filmlerden gördükleri kadarıyla ama onlara öğretilen değerlerin üzerinden geçen düşmanla nasıl bir arada yaşayabilirlerdi ki?
Akşam saatleri geldiğinde mahallenin sakinleri inanamayacakları bir görüntüyle karşılaştı. Sokağın sonundan dönen bir jip hızla onlara yaklaşıyordu. Cipin içinde dört Amerikalı asker vardı, hepsi de bedenlerindeki her uzva bir silah yerleştirmişti neredeyse. Kahvede oturanlar hemen ayaklanıp içeri girmek istedi ama cipin hoparlöründe yükselen ses nedeniyle hareket etmemeleri gerektiğini anlamışlardı. Cip, iki yanı üç dört katlı evlerle çevrili sıradan sokağın yollarında hızla hareket ederek kahvenin önüne geldi. Basit bir meydan vardı kahvenin karşısında, küçük bir de havuz. Havuzun arkasına park etti ve askerler arabadan atlayıp hızla kahvedekilerin yanma geldi. İnsanlar farkında değildi ama yanlarına gelenler Amerikan Özel Kuvvetlerinin en seçkin askerleriydi. Yaptıkları çılgmcaydı ama buna cesaret etmişlerdi. Bir çeşit gövde gösterisi olmalıydı bu. Henüz işgal edilmemiş bir kentin merkezine girecek gücü nereden buluyorlardı? Ya şimdi polisler gelirse, o zaman ne olurdu? Kahvedekilerin aklından bu sorular geçerken Amerikalı askerlerden birisi yanlarına yaklaştı. Diğer üçü silahları ile çevreyi gözetliyordu.
Kendilerine güveni gözlerinden yayılan asker ingilizce bilen olup olmadığını sordu. Kimse bilmiyordu
ama içlerinden birisi birazcık anlıyordu. Fabrikanın açüğı kursta öğrenmişti iki kur. Asker ona, merhaba, dedi önce. Adam da bildiği kadarıyla yanıtladı. Asker yavaş ve anlaşılır biçimde konuşmaya çalışıyordu. Onlara zarar vermek istemediklerini söyledi. Adam bunu diğerlerine iletti, eğer kimse bir saldırganlık göstermezse İzmit kentine dokunmayacaklardı. Bunu söylemek için daha iyi bir yol bulamadıkları için buraya kadar gelip hayatlarını tehlikeye atmışlardı. Herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ve bu ağır silahlı adamlara ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Sadece dinlediler ve başlarını salladılar. Askerler birkaç dakika durdu, tam ciplerine koşarken bir tek silah sesi duyuldu. Amerikalı askerlerden birisi havada takla atarak yere düştü. Diğerleri hemen cipin altına yatü. Etraflarına mermi yağmaya başladı. Mahalle sakinleri de kendilerini kahvehaneye zor attılar.
Amerikalı askerler umutsuzlukla birbirlerine bir şeyler söylüyordu. Kahvehanedekiler başlarını kaldırıp baktığında sokağın öte tarafındaki Türk askerlerini gördüler. Üstleri çıplak komandolar çılgın gibi ateş ediyordu. Amerikalı askerler için umut yoktu o an. Bolu Komando nun intikam hırsı ile kavrulan askerleri onlar için iyi şeyler düşünmüyordu. Bir dakika sonra patlayan bir roket çatışmayı sona erdirdi. Amerikalı Özel Kuvvet askerleri ölmüştü. Üstleri simsiyah toz kaplı Türk askerleri koşarak yerde yatanları kontrol etti. İçlerinden bir tanesi ki bu komutanları olmalıydı hızla kahvehaneye girdi. İçeridekiler onu görünce korkuyla karışık gülümsedi. Komando komutanı sinirliydi:
"Neden onlara karşı koymadınız?"
Kimseden ses çıkmadı.
"Vatanınızda size posta koyuluyor ve sizden ses çıkmıyor. Hepinizi burada ölü görseydim çok daha mutlu olurdum."
Sert bir şekilde kapıyı çarpıp çıktı ve sokağın ucundaki askerlere katılıp uzaklaştı. Kahve sakinleri kendilerine gelmişti.
Operasyon herkesin düşündüğünden hızlı ilerliyor görünüyordu. Sanki İstanbul a yetişmek için bir yarış vardı. Washing-ton m öcü böylece alınabilecekti. Amerikan Kuvvetleri bir an önce İstanbul Savaşını başlatmak isterken Türk askerî kuvvetleri de bunu geciktirmek için elinden geleni yapıyordu. Türkiye nin çeşitli yerlerindeki silahlı güçlerden imkânı olanlar şehre giriş yapmak için çok tehlikeli yollarda hareket ediyor ve saldırı başlamadan savunma organizasyonunun içine dahil olmak için çaba gösteriyorlardı.
Bu sırada Amerikan Deniz Kuvvetleri de şehrin ele geçirilmesini kolaylaştırmak için 15. ve 26. Deniz Piyade birliklerini taşıyan iki amfibi gemiyi harekete geçirmişti. Gemilerin Çanakkale Boğazına girmelerine az vardı. Amerikan Hava Kuvvetleri Çanakkale yi bombalamaya başlamıştı. Gemilerin güven içinde geçmesini sağlamak istiyorlardı. Neredeyse doksan yıl sonra Çanakkale Boğazında yeniden patlama sesleri duyuluyordu. Bombaların düştüğü yerlerde açılan derin kraterlerin içinde sadece toprak değil kemikler de sıçrıyordu etrafa. Gemiler boğazın girişine yaklaşırken toprak ısınmaya başladı. Boğazın iki yanındaki siperlere girmiş olan askerler neden kaynaklandığını bilmedikleri ısı artışı nedeniyle yerlerinde duramaz haldeydiler. Kime haber vereceklerini bilmedikleri için siperlerin dışına çıkmakla yetinmişlerdi. Amfibi gemiler boğaza yaklaşırken garip bir his çöküyordu insanların yüreğine, etraftaki şehirlerde oturanlar ne olduğunu bilmedikleri bir karabasanın başlarının
üzerinden ayrılmadığı hissine kapılıyordu. Boğaz I. Dünya Savaşında olduğundan çok daha korunmasız görünüyordu. Siperleri terk eden askerler yavaş yavaş, daha gerilere doğru çekilmeye başladı, anlam veremiyorlardı olan bitene. Bu garip sıcaklığın sebebini bulamadıkları için aralarında kurgu yapıyorlardı. Deprem olacağını düşünenler, kıyametin kopacağını düşünenler bir aradaydı. Amerikan bombardımanı ise neredeyse durmadan sürüyordu. Su yolunun kenarındaki tepeler şekil değiştirmiş gibiydi, ilk savaştan kalma top bataryaları bile Amerikan uçakları tarafından vuruluyordu. Boğazı koruyan kimse kalmamıştı etrafta. Bilgiler Genelkurmaya iletildiğinde Hikmet Paşa yerinden sıçrayıp etrafı dağıtmıştı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METAL FIRTINA
AventureMETAL FIRTINA METAL FIRTINA KAYIP NAAŞ METAL FIRTINA KURTULUŞ METAL FIRTINA 3.DÜNYA SAVAŞI METAL FIRTINA NÜKLEER DARBE METAL FIRTINA KIZIL KURT