:)

463 3 0
                                    

163

başlamıştı. Düşman, lojistik olarak felaket durumdaydı. Bir başka Hava indirme Tugayı daha yardıma gelmişti ve bu yardımın bir bölümü Havaalanındaki güçlere destek olmak için Yeşilköy e indirilmiş, büyük kısmı ise Seyrantepe deki çatışmalara katılmak için kuzeye devam etmişti. Bu sefer daha geniş bir yay çizerek yerleşim birimlerinin etrafından dolaşmaya özen göstermişlerdi.

Pars, etrafındaki pek çok askerle beraber Barbaros Bulvarına paralel sokaklardan ilerleyerek Amerikalı askerlere yaklaşmaya başladı. Seken bir kurşunla yanındaki asker düştü. Doktor onunla ilgilenirken Pars ve yanındakiler silah seslerinin kulakları sağır ettiği bölgeye doğru koşarak ilerlemeye başladılar. Onlar ilerlerken yeni birlikleri indiren helikopterler de uzaklaşmaktaydı. Seyrantepe ve Levent arasındaki bir bölgede, buna ana yollar da dahil olmak üzere Amerikan askerî kontrol noktaları oluşmuştu. Bu kontrol noktaları kurulduktan bir süre sonra Türk asker ve polis birlikleri tarafından vurulup yok ediliyordu.

Pars çıldırmak üzereydi, bu saçmalığı bir an önce bitirmesi gerekiyordu. Amerikan Tümeni gittikçe şehre yerleşiyordu, bunu küçümseyemezlerdi. Amerika Afganistan in tamamını kontrol etmek için sadece on bin kişilik 10. Dağ Komando Tümenini kullanmıştı. Her ne kadar tam kontrol sağlamasalar da, en azından Taliban in yönetimi ele geçirmesini engelleyen bir güç olmuştu. Burada da o sistemi uygulamak istiyorlardı ama bunu yapmaları imkânsızdı.

Birden köşeyi döndüğünde kendisini üç Amerikalı askerle karşı karşıya buldu. O an öleceğini düşündü ama birden sağ taraftan makineli sesi duyuldu. Amerikalılar vurulmuştu. Genç bir asker yanma gelip selam durdu. Hikmet Pars, "Rahat asker, kimsin sen?"

"Ömer Alünel komutanım. Savaş başlayınca gönüllü oldum."

"Helal olsun sana, yanımdan ayrılma emi."

Ersin yanında durduğu özel tim polisinin yerde sessizce yatmasına bir anlam veremiyordu. Biraz önce yanı başında kaplanlar gibi dövüşen adam, sanki çocuklaşmışü. Kafasındaki delikten dışarı çıkan kan yerde küçük bir göl oluşturmuştu. Çatışmanın başladığı yerden çok uzakta ve beraber başladıkları insanlardan çok ayrıydılar. Uçaklar gelince her şey bozulmuştu. Bir sürü Amerikan askeri öldürmüşlerdi. Onların vuruldukları zaman çıkardıkları sesleri duymuş ve mermiler bedenlerine çarptığında nasıl parçalandıklarını görmüştü.

Uçaklar o kadar çok ateş etmişlerdi ki üzerlerine, Ersin hâlâ kurtulduğuna inanamıyordu ama mermi kutusunu taşıdığı polis hayatını kaybetmişti. Şimdi ne yapacağını bilemez halde öylece bir apartmanın köşesinde kalakalmışü. Amerikalı askerleri görebiliyordu. Etrafı araştırıyorlardı. Onların bu kadar rahat hareket etmesi hoşuna gitmedi. Sanki her işi bitirmiş ve savaşı kazanmış gibi davranıyorlardı. Ersin polisin nasıl yaptığını baka baka öğrenmişti. Şarjörlerden birisini silaha takü. Aynı polisin yaptığı gibi yere uzanıp dikkatlice kavradı makineli tüfeği. Tüfek, hemen uyum göstermişti eline. Nişan aldı. Amerikalı askerleri nişangâhtan görebiliyordu. Üç dört kişi bir toprak yığınının etrafına bakıyorlardı. Tetiği kavradı ve sıkıca bastı. Silah bir anda arka arkaya mermileri yolladı hedefe. Sanki kendi kendisine ateş ediyor gibiydi. Askerlerin olduğu yerden çığlıklar yükseldi. Ersin kaçını vurabildiğim görememişti. Ama birden fazla olmalıydı. Birkaç saniye geçmesinin

ardından bulunduğu yere mermi yağmaya başladı. Hemen ayağa kalkıp orayı terk etti. Silahını orada bırakmıştı. Dönüp almayı düşündü ama askerlerin kendisini takip ettiğini görmüştü. Ateş ederek geliyorlardı. Mermiler yanından geçip evlerin duvarlarına çarpıyordu. Bir anda kanı dondu, tam karşısında korkunç görünümlü bir Amerikalı asker vardı. Ersin e doğrulttuğu silahı ateşlemek üzereydi. Ersin sesini bile çıkaramadan olduğu yerde çakılıp kaldı ve gözlerini kapadı. Evet, ölmek üzere olduğunu düşünüyordu ve bu yaklaşıldığında o kadar da kötü bir şey değildi doğrusu. Ölüm hoş geldin, dedi kendince. Hadi, bekliyorum, diye düşündü. Ama olmuyordu, beklediği metal darbesini hissedemiyordu.

Gözünü açtığında etrafının sanlı olduğunu gördü. Dört asker etrafını sarmıştı, yere yatmasını söylüyorlardı. Hemen dediklerini yaptı, çok öfkeli görünüyorlardı. Ayaklarıyla kafasına basıp ellerini arkadan kavuşturdular. Canı çok yanıyordu ama bağıramıyordu, hem bağırırsa onu vuracaklarmış gibi geliyordu. Çok büyüktüler, ellerinden kurtulmasına imkân yoktu. Sürekli olarak bağırıyorlardı. Ersin i kaldırıp kendi merkezlerine doğru sürüklemeye başladılar. Yürürken ateş ettiği askerleri gördü Ersin. İki asker vurulmuş yatıyor ve doktorların ulaşmasını bekliyordu. Acı içinde kıvrananlara bakarken garip duygular geçti içinden. O yerde yatanlara bakarken kendisini sürükleyen asker kafasına sert bir tokat indirdi. Bir şeyler de söylemişti ama anlamadı ne dediğini.

Bunu kabullenemezdi Pars, yani Irak türü bir direnişi. İşgali kabullenip sonra gerilla taktiği ile direniş düşmana kayıp verdiriyordu ama bu, ülkenin bölünmesi ile sonuçlanırdı, üpkı Irak taki gibi. Elindeki bütün seçenekler tükeniyordu. Halkın ayaklanıp direnişe geçmesini beklemişti ama bu hâlâ olmamıştı. Onları örgütleyecek zamanları olmamıştı. Örgütledikleri adamların bir kısmı vurulmuştu. Karargâha dönmeye karar verdiler. Yanlarında mümkün olduğunca çok yaralı götürmeye çalıştılar ama hepsini almalarına imkân yoktu. Bir kısmı düşmana bırakılacaktı, en azından tedavi edilirlerdi. Hızla ara sokaklara dalıp karargâh eve doğru yola koyuldular. Ortalık tehlikeli hale gelmişti. Amerikan askerleri gittikçe daha çok saldırganlaşıyordu ve hafif zırhlı araçlarla yollara çıkmaya başlamışlardı.

Howard Strike durumun kötüye gitmekte olduğunu görüyordu. Havaalanı alınmıştı. İlk sert çatışmalar kazanılmıştı ama buraları elde tutmaları zor görünüyordu. Bine yakın Amerikan askeri ölmüştü. Artık bir an önce ele geçirilen noktalar güçlendirilmeli ve siyasî etkiler yaratılarak harekât başlatılmalı, ikinci aşamaya geçilmeliydi. Eğer ikinci aşama uygulamaya konulursa, İstanbul un direnişe başlaması da önemini yitirecekti. Türkiye nin çok hassas olan dinamikleri bir kez harekete geçti mi, onu durdurmak için hiçbir güç bir şey yapamazdı. Bir anda domino taşları birbirini devirir ve büyük bir bölgesel çalkantı yaşanırdı ama buradan tek bir kazanan çıkardı mutlaka. O da Amerika olmalıydı. Tek kazanan olmak için kartlarını iyi oynamalıydılar.

"Howard, harikasın."

"Sağolun efendim, ama durum iyi görünmüyor. Ya ayrılıkçılar işe başlar ya da kaybederiz, istediğiniz gibi İstanbul u aldık."

"Ne, sen buna almak mı diyorsun? Saçmalama, sadece içerideyiz."

"Bu önemli değil. Dünyaya gösterecek bir havaalanımız ve şehrin merkezine yakın bir askeri karargâh var. Bunlar diğer adımı başlatmak için yeterli olur."

"Evet hemen gerekli görüntüleri toplayın ve derhal CNN i çağırın. Onlara bu açıklamayı ben yapmak istiyorum."

Açıklamaların etkisi ölümcül bir deprem sarsıcılığmda gerçekleşti. Dünya dilini yutmuş gibi ekranları karşısına çakılı kaldı, Başkanın sırıtarak yaptığı açıklamayı garip bir sessizlik içinde dinledi. Başkan açıklamasını bitirdikten sonra ekranlara Yeşilköy Atatürk Havaalanı önünde gülüşerek poz veren Amerikan askerlerinin görüntüleri geldi. C-130 uçakları sürekli olarak alana inip kalkıyor ve zırhlı araç getiriyordu. Stryker zırhlı araçları alanın bir kenarında birikiyordu. Çok kısa bir süre sonra 82. Hava İndirme nin 1. Tugay askerleri tamamen zırhlı bir tugay haline dönüşecekti. O zaman şehir içinde operasyonların daha yoğun biçimde yapılması mümkün olabilirdi.

Bu açıklama Rusya nm ikna etmeye çalıştığı ülkelerdeki tereddüdü bitirmişti. Kararlar alındı. Diplomatik kanallarda yoğun bir çalışma başladı. Gizli servisler sürekli olarak hükümetlerine durum raporları


METAL FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin