Ölümsüzler

362 44 0
                                    

Araba hızla ilerlerken sarsılıyordu. Wang Lin’in vücudu, tekerlekleri dengesiz zeminde yuvarlanan araba ile birlikte sallanıyordu. 15 yıldır yaşadığı köyü terk ederken kollarında, ailesinin bütün hayallerini saklayan bir bohça duruyordu.

Bu yolculuk çok da kısa sürmeyecekti. Wang Lin uzanmış ve arabada uykuya dalmıştı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmeden, nazikçe biri tarafından dürtüldüğünü hissetti. Gözlerini açtı ve amcasına baktı, amcası gülümsemiş ve “Tie Zhu evden ilk kez ayrılmak nasıl hissettiriyor?” diye sormuştu.

Wang Lin arabanın durduğunu fark etti ve gülümsedi. ‘’Söyleyebileceğim pek bir şey yok. Ölümsüzler tarafından seçilme konusunda endişeliyim sadece.’’

Amcası bir kahkaha patlattı ve Tie Zhu’ nun omzunu okşayarak konuştu. ‘’Tamam, bu konuda fazla düşünme. Burası amcanın evi. İlk önce gel de biraz dinlen, yarın sabahta klana gideriz.’’

Arabadan indikten sonra, Wang Lin önündeki kiremit çatılı evi gördü. Amcasını bir odaya gelene kadar takip etti. Wang Lin yatağa oturdu, hiç uyuyacak halde değildi. Ailesinin, köydekilerin ve akrabalarının söyledikleri aklına geldi. Derin bir nefes aldı. Saplantılıymış gibi kafasına ölümsüz olmayı koymuştu.

Zaman yavaş yavaş ilerledi. Bir süre sonra, güneş yavaşça yükselmeye başlamıştı. Wang Lin gece boyunca dinlenememişti ama hala enerji doluydu. Ufak bir korkuyla birlikte amcasını Wang ailesinin ana evine giderken takip etti.

Wang Lin ilk defa onu şaşkınlık içinde bırakacak boyutta bir ev görüyordu. Yürürken dördüncü amcası konuşmaya başladı, ‘’Tie Zhu, bu sefer babanı gururlandırmalısın. Akrabaların arasında küçük düşmene izin veremezsin.’’

Wang Lin daha da gerginleşmişti. Dudağını ısırdı ve başıyla onayladı.

Çok geçmeden, amcası Wang Lin’ i avlunun ortasına getirmişti. Tie Zhu’ nun babasının en büyük abisi orada duruyordu. Tie Zhu’ yu gördüğünde kafasını salladı ve ‘’Tie Zhu, ölümsüz geldiğinde çok heyecanlanma, sadece büyük kardeşin Wang Zhuo’ yu takip et. O ne yaparsa sende yap.’’

Yaşlı adamın sesi son sözcüklerini söylerken sertti.

Wang Lin sessizce durdu. Çevresine bakındı ve Wang Zhuo’ nun yanındaki diğer genci fark etti. Gencin cildi biraz siyahımsıydı, iri yapılıydı ve gözlerinde zekâ pırıltıları seçilebiliyordu. Gömleğinin içinde bir şey varmış gibi bir çıkıntı vardı.

Genç, Tie Zhu’ ya bir bakış attı ve yüzünü buruşturdu, sonra hızlıca yanına gelip lafa daldı. ‘’Yani sen ikinci amcanın çocuğusun? Ben Wang Hao.’’

Wang Lin gülümseyip selam veriyormuş gibi kafa salladı.

Yaşlı adam, Wang Lin’ in onu umursamadığını görünce sinirlenmiş ve onu azarlamaya karar vermişti.

Tam o anda, gökyüzündeki bulutlar aniden dağıldı. Bir ışık hüzmesi aniden yıldırım gibi indi. Işık dağıldıktan sonra, parlayan gözlere ve delici bakışlara sahip, zarif bir his yayan beyazlar içinde bir genç ortaya çıkmıştı. Soğuk gözleri önündeki üç genci de baskılıyordu, özellikle gömleğinin altında bir şey olan gence odaklanmıştı. Soğuk sesiyle ‘’Bunlar Wang ailesinin önerdiği üçlü mü?’’ diye söylendi.

‘’Bu genç ölümsüz mü?’’ Gencin bakışları altında, Wang Lin ürperdiğini hissetti. Kalbi göğüs kafesini zorlamaya başlamıştı ve ölümsüze bakarken yüzü gittikçe soluklaşıyordu.

Siyahımsı genç, ölümsüzü gördükten sonra, ellerini pantolonunun ceplerinin yanına yerleştirdi. İlgisi gözlerinden okunabiliyordu.

Sadece Wang Zhuo sakindi, diğerlerine üstünkörü bir bakış attı ve homurdandı.

Wang Zhuo’ nun babası hızla öne çıktı ve saygıyla konuştu. ‘’Ölümsüz, bu üçü Wang ailesinin önerdikleri gençler.’’

Ölümsüz genç başını salladı ve sabırsızlıkla konuştu. ‘’Hanginiz Wang Zhuo?’’

Yaşlı adamın yüzü sevinçle kaplandı, ardından hızla Wang Zhuo’ yu çekti. ‘’Ölümsüz, bu oğlum Wang Zhuo.’’

Ölümsüz genç Wang Zhou’ ya altında derin anlamlar yatan bir bakış attı. Yüzü aydınlanırken hemen kafa salladı. ‘’Wang Zhou gerçekten yetenekli. Dövüşçü Amca’ nın onu seçtiğine şüphe yok.’’

Wang Zhou gururla Wang Lin’ le zeki görünen genç adama baktı ve övünerek konuştu. ‘’ Bu çok doğal. Bir ölümsüz olabilmek için, güçlüsünden bir ruha sahip olmalısın ve bu ruh bende var!’’

Genç bir anlığına kaşlarını çattı ama hemen ardından ifadesini düzeltti. Wang Zhuo’ ya hafifçe gülümsedi, ardından kollarını salladı ve üç gençle birlikte ışık hüzmesine dönüşüp ortadan kayboldular.

Tie Zhu’ nun amcası gökyüzüne baktı ve mırıldandı. ‘’Tie Zhu, seçilmek zorundasın!’’

Wang Lin vücudunun hafiflediğini hissetti. Yüzüne vuran rüzgâr canını acıtıyordu. Daha dikkatli kontrol ettiğinde, gökyüzünde uçarken gencin kolunun altında olduğunu fark etti. Köy küçük, siyah bir noktaya dönüşürken hızla ilerliyorlardı.

Bir süre sonra rüzgâr gözlerinin kızarıp, sulanmasına sebep olmuştu.

‘’Üçünüz de kör olmak istemiyorsanız gözlerinizi kapatın.’’ Soğuk sesiyle genç söylenmişti. Wang Lin gerilirken, bir daha göremeyeceğinden korkarak gözlerini kapattı.

Kısa bir süre sonra, Wang Lin ölümsüzün hızlı hızlı nefes aldığını ve hızının düştüğünü fark etti. Ardından bir anda, ölümsüz genç inişe geçti. Yere düşmeden bir saniye önce, genç kavrayışını gevşetmiş ve üçlü yere inmişti.

Neyse ki, düşüşleri sert değildi. Üçlü hemen ayaklandı. Wang Lin önündeki dağların, çiçeklerin ve nehrin oluşturduğu cennet benzeri manzarayla karşılaştı, gerçekten cennette gibiydi.

Hemen önünde devasa bir dağ duruyordu. Zirvesini gizleyen bulutlarla gerçek boyutu anlaşılmıyordu. Canavarların çığlıklarının yankısı duyulabiliyordu. Dağdan aşağıya yılan gibi kıvrılan bir patika görünüyordu, tıpkı bir resme bakılıyormuş gibiydi; tamamen farklı bir dünyada hissettiriyordu.

Çok uzakta, dağın zirvesinde bir malikâne belli oluyordu. Bulutlarla kaplı olmasına rağmen, yaydığı parlak ışık insanların tapmasını sağlayacak seviyedeydi.

Malikânenin yanında dağın zirvesini başka bir dağın zirvesiyle bağlayan hilal şeklinde gümüş bir köprü duruyordu.

Bu doğal güzelliklerle birlikte, burası gerçekten de Heng Yue Tarikatının konumlandığı yer olmaya layıktı. Heng Yue Tarikatı varlığını sürdüren birkaç ölümsüz tarikatından biriydi. 500 yıl önce, ölümsüz dünyasına birkaç tarikatla birlikte hükmediyordu. Ne var ki geçen zamandan sonra şimdiki haline gelene kadar güçsüzleşmiş ve ölümsüz dünyasında zar zor ayakta kalabilmişti.

Ancak, Heng Yue tarikatı yakındaki ölümlüler için hala dokunulmaz bir semboldü.

‘’Küçük kardeş Zhang, Wang ailesi tarafından önerilen gençler bunlar mı?’’ Siyah giyimli orta yaşlı adam, ölümsüz olduğunu belli eden hareketleriyle birlikte dağın eteklerinden aşağıya inmeye başladı.

Ölümsüz gencin ifadesi saygıyla kaplanırken konuşmaya başladı. ‘’Üçüncü kardeş, söylediğiniz gibi bu gençler Wang ailesinin önerdikleri.’’

Orta yaşlı adamın bakışları Wang Zhou’ ya odaklanarak hepsini inceledi. Gülümsedikten sonra, ‘’ Küçük kardeş Zhang, seviye atlamak üzere olduğunu duymuştum, neden testi bana bırakmıyorsun? Hadi git de çalış!’’

Ölümsüz genç onayladıktan sonra dağa doğru ilerlemeye başladı ve bir göz kırpmanın ardından arkasında iz bile bırakmadan ortadan kaybolmuştu.

Wang Lin heyecanla önündeki sahneyi izliyordu. Aniden, birisinin kıyafetini çekiştirdiğini fark etti. Arkasına döndüğünde Wang Hao’ nun heyecanlı gözleriyle karşılaştı. ‘’Burası ölümsüzlerin yaşadığı yer oğlum! Hassiktir be! Ne olursa olsun seçilmek zorundayım!’’ derken Wang Hao gömleğinin altındaki şişkin cisme dokundu.

Xian LiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin