Şeytanlar Denizinde, Kaotik Kırık Yıldızlar.
Burada bir sür devasa, parçalanmış gezegenlerde oluşmuş bir halka vardı. Bu yerde gizemli bir güç bulunuyordu. Eğer birisi girer veya çıkarsa, o kişi kendisinden bir seviye yüksek birçok klonla yüzleşmeliydi. Ancak zafer kazanarak kişi geçebilir veya gizemli halkadan çıkabilirdi. Bu yer ayrıca oldukça tehlikeliydi, sonuç olarak da, buraya pek insan gelmezdi.
Bu yere doğru iki kılıç ışığı hücum ediyordu, birisi diğerinin önündeydi. Öndeki kılıç ışığı açıkça daha soluktu. Işığın içinde büzülmüş dudakları ve solgun yüzüyle genç bir kadın vardı. Yeşilimsi kırmızı kıyafetler giyiyordu, beli inceydi, ve oldukça tatlı görünüyordu.
Arkasındaki ışıkta, kare bir yüz ve kalın kaşlarla orta yaşlı bir adam vardı. Gözleri çan kadar kocamandı. Soğuk bakışları önündeki genç kadındayken alaycı bir gülümseme takınmıştı.
Ayaklarının altındaki kılıç son derece sabitti. Açıkça takip etmek için pek fazla çaba sarf etmiyordu. Kadına bakarken, gözleri daha da soğuklaştı.
Bu iki ışık, biri önde diğeri arkada, hızlıca mesafeden geliyordu. Genç kadın önündeki Kaotik Kırık Yıldızlar'a baktı ve zihninde bir düşünce belirdi. Aylardır kaçıyordu, ve geçen ayda, nereye kaçarsa kaçsın, o orta yaşlı adam her zaman yakınındaydı. Eğer kaçmak için ustasının gizli tekniğini kullanmamış olsaydı, çoktan yakalanmış olurdu.
Lakin bu gizli tekniğini kullanmak aşırı fazla ruhsal güç gerektiriyordu. Birkaç kez kullandıktan sonra, daha fazla kullanmayı karşılayamayacak duruma gelmişti. Stres altında, paniklemiş ve nereye gittiğine dikkat etmemişti. Fark etmeden de, Kaotik Kırık Yıldızlar'a ulaşmıştı.
Bunu fark ettiğinde, yön değiştirmek istemişti, lakin tam o sırada, bu kişi tekrardan yetişmişti. Çaresizdi, yani sadece ilerleyebilirdi. Çok geçmeden, ikisi kırık yıldızları oluşturan halkaya yaklaştıkça yaklaştılar.
İçten içe arkasındaki kişinin tüm gücünü kullanmadığını, aksine onunla oynayarak, devam etmeye zorladığını biliyordu. Kaotik Kırık Yıldızlar'ın çemberine girmeme konusunda dikkatli olmak zorundaydı, lakin aralarındaki mesafe gittikçe azalıyordu.
Qian Kun rahatça kadını takip ediyordu. Onun elindeki eşyaya göz koymuştu. Eğer birkaç kez aniden kaçış tekniğini kullanmamış olsaydı, çoktan yakalamış olurdu, lakin şimdi, panikleyerek, Kaotik Kırık Yıldızlar'a doğru kendini atmıştı. Görünüşe göre adeta gökler bile ona yardım ediyordu. Bunu düşünürken, gülümsemesi genişledi ve daha da soğuklaştı.
Qian Kun karanlık tonuyla yavaşça söylendi, ''Yun Fei, önünde Kaotik Kırık Yıldızlar bölgesi var. Şeytanlar Denizi'nde, Kaotik Kırık Yıldızlar'ın çok tehlikeli bir yer olduğunu biliyorsundur. Şimdiye kadar, kimse şansına dayanarak geçemedi. Bir denemek ister misin?"
Kadının yüzü daha da solgunlaştı ve içindeki acı hissiyat arttı. Kaotik Kırık Yıldızlar'dan bir buçuk metre uzaktayken, aniden durdu ve arkasını döndü. Kasvetli bir ifadeyle Qian Kun'a baktı. Dudaklarını ısırarak, söylendi, ''Kıdemli, küçüğünüz buraya sadece şans eseri kaçtı. Neden beni öldürmek zorundasınız ki?''
Qian Kun'un çenesi seğirdi. Ayağının altındaki kılıç kadından üç metre uzakta durdu. Arkasındaki Kaotik Kırık Yıldızlar'a bir bakış atıp yapmacık bir şekilde gülümseyerek söylendi, ''Burada sadece emirleri yerine getirmek için bulunuyorum. Sahip olmaman gereken bir şeyi aldığın için kendini suçlamalısın.''
Kadın güldü. Boyutsal çantasından bir yeşim parçası çıkarmıştı. Qian Kun'a bakarken, fısıldadı, ''Bu ustama ait bir şey. Nasıl almamam gereken bir şey olabiliyor? Kıdemli, Büyülü Saray'da, bir kopyası var. Bunu alsam bile, Büyülü Saray etkilenmez.''