Beklenmedik Dönüşüm

278 34 0
                                    

Wang Lin kalbinde bir sıcaklık hissediyordu. Geçen ay boyunca, onunla alay eden insanlara tahammül etmeye alışmak zorunda kalmıştı. Artık eve döndüğü için, ailesinin sıcaklığını hissediyordu.

''İkinci kardeşim, Wang Lin gerçekten de bir ölümsüz öğrenci olabildi. Senin altıncı kardeşin körün tekidir ve söylediklerini düşünmeden söyler. Umarım ciddiye almamışsındır kardeşim. Beni bilirsin, sivri bir dilim olsa da yumuşacık bir kalbim var. Hepsi Wang Lin' in iyiliği içindi.''

''İkinci kız kardeşim, kızımıza nişan işinin olmayacağını söylediğimde çok panikledi ve oğlun Tie Zhu ile kesinlikle evlenmek istediğini söyledi. Hadi bu evlilik meselesini halledelim.''

''Lao Er, iyice yaşlanmışım. Gelecekte, Wang ailesi sizlere sırtını yaslayacak. Ben ki beşinci amcan hep oğluna göz kulak olmuşumdur. Gözlemlerime göre, oğlun büyük kardeşinin oğlundan daha çok gelecek vadediyor.'' (?)

Wang Lin' in ailesinin yüzü parlıyordu. Doğum günü partisi başladıktan sonra, akrabalar durmadan Wang Lin' i övmüştü. Hatta çok fazla içen birkaç kişi Wang Lin' in babasının hakkı olan mirası alabilmesi için yaygara bile çıkarmıştı. Wang Lin' in babası sadece gülümsüyordu, ciddiye almıyordu. Akrabalarının nasıl karakterlere sahip olduğunu çok iyi biliyordu.

Geçmişte yaşananlar artık Wang Lin' in babasını kaygılandırmıyordu. Sadece Wang Lin' in devamlı gelişmesini istiyordu, başka hiçbir şey istemiyordu.

Hareketli bir günün ardından, hava karardığında tüm akrabalar davetten ayrılmıştı. Wang Lin avludaki hediyelere bakınıyordu. Kalbi duygularıyla kuşatılmıştı. Okuduğu bir kitaptan bir söz aklına gelmişti; ne zaman birisi başarılı olsa, etrafındakiler de bundan yararlanır. Sonunda bu sözlerin ne anlama geldiğini anlamıştı.

O gece, Wang Lin' in ailesi tarikatta neler yaptığını sormuştu. Ailesinin gözlerindeki beklentiyi görünce, ilk defa onlara yalan söylemeyi seçti. Nasıl popüler olduğundan ve ölümsüz teknikleri çalıştığından bahsetti. Ailesi huşu içinde dinliyordu.

Wang Lin' e göre, isimsiz bir öğrenci olmak ne kadar zor olursa olsun, ne kadar alay edilirse edilir ise edilsin önemi yoktu, ailesi için dayanmalıydı çünkü küçüklüğünden beri ilk defa ailesinin bu kadar mutlu olduğunu görüyordu.

''Sadece on yılcık, dayanacağım!'' Wang Lin gizlice içinden karar verdi.

Wang Lin iki gün boyunca evde kaldı ve zamanını ailesiyle geçirdi. Üçüncü gün, ailesi ve köydeki herkes tarafından uğurlandı. Ölümsüz tılsımını bacağına yerleştirdi ve köyden ayrıldı.

Ne kadar uzaklaşsa da, köylülerin seslerini duyabiliyordu.

Hava kararıyordu. Gökyüzü siyah bulutlarla kaplanmıştı. Gökyüzü gürlemiş ve aşırı nemden dolayı ortaya bir sis dalgası çıkmıştı.

Wang Lin hızlanmadan edememişti. Gece yarısında Heng Yue tarikatına varmış, sonra da odasına gelmişti. Zhang hu hala horluyordu. Wang Lin yatağa atladı ve sırtını döndü ama uyuyamıyordu. Gecenin ortasında, dışarıda gök kükremiş ve çakan şimşeğin ışığı odayı aydınlatmıştı. Wang Lin göğsünün yanındaki boncuğa dokundu. Eve dödüğünde annesi gömleğinin içine bir cep dikmişti.

Wang Lin taş boncuğu aldı ve yağ lambasının ışığında incelemeye başladı. Boncuktaki bulutlara yakından baktıktan sonra gözlerini ovuşturmaya başlamıştı.

''Bu doğru değil. En son beş bulutun olduğunu hatırlıyorum ama şimdi altı tane bulut var.'' Wang Lin afallamıştı, doğruldu ve tekrardan saydı. Gerçekten altı tane bulut vardı.

Çok şaşırmıştı ve neden bulut sayısının arttığını anlayamamıştı. Taş boncuğu geri cebine koyup yağ lambasını söndürmüş ve uykunun kollarına atlamıştı.

Dışarıda, rüzgâr uğulduyor, gök kükrüyor, şimşekler birbiri ardına yere düşüyor ve adeta gök ağlıyordu. Yağmur damlaları pencereye çarpmıştı. Wang Lin aniden, hissettiği soğuk havayla birlikte uyandı. Gözlerini açmış ve şaşkınlıktan donakalmıştı.

Devamlı çakan şimşekler odayı aydınlatıyordu. Oda ağır bir sis tabakasıyla kaplanmıştı. Masa, zemin hatta yataklar bile ıslaktı. Ne var ki, boncuğun durduğu nokta dışında Wang Lin hiç ıslanmamıştı. Zhang Hu' ya bir bakış attı ve beyaz sis tabakası tarafından çevrelendiğini gördü. Gencin kıyafetleri ıslanmış, vücudu soğumuş ve dişlerini sıkıca birbirine kenetlemişti.

''Zhang hu! Zhang Hu!'' Wang Lin şaşırmış ve hızla kalkıp Zhang Hu' yu sarsmıştı. Ancak Zhang Hu uyanacağına dair bir hareket yapmamıştı. Ayrıca nefes alışverişleri de güçsüzdü.

Wang Lin çok endişeliydi. Diğer öğrencileri yardım için çağıracaktı ki aniden durdu ve kıyafetlerine dokundu. Kararsız kalmıştı.

''Neden aynı odadayken hatta ikimizin de yatakları ıslakken, burası dışında hiçbir yerim ıslanmadı?'' Diye düşünüyordu Wang Lin, aniden göğsündeki cepten taş boncuğu çıkardı.

O anda bütün su damlaları titremiş ve yavaşça dalgalanmaya başlamıştı. Zhang Hu' yu çevreleyen sis bile su damlalarına dönüşmeye başlamıştı.

Şimşek tekrar çakmış ve Wang Lin, kristale benzeyen bütün su damlalarının elindeki taş boncuk tarafından emildiğini fark etmişti.

Wang Lin hızla taş boncuğu fırlattı ve boncuk, yerde birikmeye başlayan su damlaların arasına düştü.

Gizemli boncuk kavis alarak düşmüş ve zemine çarptıktan sonra köşeye doğru yuvarlanmıştı. Tüm su damlacıkları hızla boncuğa çekilmiş ve boncuk tarafından emilip kaybolmuştu. (?)

Bir ketılda su kaynatmaya yetecek zaman geçtikten sonra, odadaki tüm su kaybolmuştu. Hatta yataklar bile kurumuştu. Zhang hu' nun nefes alışverişi de normale dönmüştü.

Uzun bir zamanın ardından, fırtına hala devam etse de, gökyüzü eskisi kadar zifiri karanlık değildi ve ay ışıkları fırtınayı delip geçmeyi başarıyordu. Wang Lin ayaklandı ve tereddüt etmeden taş boncuğu aldı. Daha yakından incelediğinde, boncuktaki değişikliği fark etti.

Bulutların sayısı yediye çıkmıştı!

Geceki yaşananlar boncuğa karşı olan merakını arttırmıştı, ancak biraz da korkmasını sağlamıştı. Eğer zamanında uyanmamış olsaydı, Zhang Hu donarak ölmüş olurdu.

Wang Lin neden kendisinin etkilenmediğini düşündüğünde, sadece bir tahminde bulunabiliyordu; taş boncuğun üzerinde beliren çiy damlaları ile karıştırdığı sudan çok fazla içmişti.

Bununla birlikte, Wang Lin taş boncuktaki bulutların ne işe yaradığını da merak ediyordu. Ama dışarıya çıkıp boncuğun daha fazla su emmesini sağlama fikrini elemişti. Ortaya çıkacak manzarayı herkesin fark edeceğinden korkuyordu.

Bir sürelik kararsızlığın ardından, dikkatle boncuğu cebine geri koydu. Çok geçmeden şafak sökmüş ve Wang Lin su taşımak için ayrılmak üzereyken Zhang Hu çığlık atarak yataktan aşağıya sıçramıştı, ''Su! Su! Susuzluktan öleceğim!''

Xian LiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin