Ay boyunca, isimsiz öğrencilerin neredeyse hepsi Wang Lin' in kim olduğunu öğrenmişti. Wang Lin' le konuşurlarken kibirlerini saklama gereği duymuyor ve adeta Wang Lin' i ezmek için konuşuyorlardı.
Wang Lin hiçbirini umursamamıştı. Bütün bu isimsiz öğrencilerin zihinlerinin bulandırılmış olduğunu biliyordu. O gelmeden önce isimsiz öğrenciler en alt tabakadaydı. Öfkelerini ve kızgınlıklarını gidermek için yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Ne var ki, şimdi intihar etmeye teşebbüs ederek tarikata giren Wang Lin' i kendilerinden alt tabakada görüyor ve zorbalık yapmaya çalışıyorlardı, böylece öfkelerini dışa atabileceklerdi.
Wang Lin acı acı kendine güldü. Bu konuda yapabileceği herhangi bir şeyin olmadığını biliyordu. Tarikatta güçlü olan her zaman haklıydı. Bazı isimsiz öğrenciler yıllardır buradaydı ve bedenleri çok güçlüydü. Birkaçı ölümsüz teknikleri bile öğrenmeyi başarmıştı. Eğer Wang Lin herhangi biriyle karşılaşsaydı, kazanmak gibi bir seçeneği kesinlikle yoktu.
Ancak bu yaşananlar Wang Lin' in geçiştireceği şeyler değildi. Onu küçük gören kim varsa hepsinin yüzünü aklına kazımış ve ileride yeterince güçlendiğinde intikamını alacağını kafaya koymuştu.
Bu düşüncelerle, onu küçük görenlere karşı kör ve sağır gibi davranmaya başlamıştı. Tabii her gün su taşıyor ve gizlice taş boncuğu kullanıyordu.
Boncuğu çeşitli sıvılarla da denemişti. Çiy damlalarını karıştırmayı ve boncuğu pınar suyuna, tere hatta kana daldırmayı bile denemişti. En sonunda, çiy damlalarının en etkilisi olduğunu fark etmişti.
Fakat çiyin de çeşitleri vardı. Sabah boncuğun üzerinde beliren çiy damlaları en iyisiyken, geceleyin boncuğun üzerinde beliren çiy damlaları da-etki açısından- bir alt sırasındaydı. Eğer çiy damlaları başka yerlerde toplanırsa çok da etkili olmuyordu.
Etkili olan bir diğeri ise pınar suyuna boncuğu daldırdığında ortaya çıkandı. Kan ve ter ise en kötüleriydi, neredeyse hiçbir etkileri yoktu.
Dikkat çekmemek için küçük su kabakları bulmuş ve içlerini çiy damlalarıyla doldurmuştu. Bu su kabaklarını yanında taşımıyordu. Taşımak yerine, hepsini ayrı ayrı ücra yerlere saklamıştı. Su taşımak için giderken bir tanesini yanına alır ve asla tarikata dönüşünde yanında getirmezdi.
Çalışırken yanında bir su kabağı taşımayı unutmazdı. Ne zaman yorulsa bir yudum alır ve anında yenilenmiş hissederdi.
Buna ek olarak, Wang Lin garip bir fenomen keşfetmişti. Taş boncukta geceleyin veya sabahleyin beliren çiy damlaları her ortaya çıkışında oldukça çokmuş gibi görünüyordu ama ne zaman toplasa sadece onda birini alabiliyordu. Geriye kalanlar kayboluyordu.
Bu fenomeni gördükten sonra Wang Lin sadece kalan çiy damlalarının boncuk tarafından emildiğini söyleyebilirdi. Ne kadar açıklaması saçma olsa da gerçekten aklına başka bir şey gelmiyordu.
Gün batımında Wang Lin kalan üç devasa kovayı doldurmuş ve meditasyon yapan yeşil kıyafetli öğrenciyle konuşmaya gitmişti. ''Kardeş Liu, ailemi ziyarete gideceğim yani yarın burada olmayacağım.''
Genç Liu gözlerini açtı ve Wang Lin' e bir bakış attı, ardından homurdanmaya başlamıştı.
Wang Lin hiç umursamadı. Zhang Hu' dan isimsiz öğrencilerin yılda üç kez ailelerini ziyaret etmek için eve dönebileceklerini öğrenmişti. Tek yapması gereken kıdemli Sun' dan izin almaktı.
Wang Lin babasının doğum gününün yaklaştığını hatırlamıştı. Ne olursa olsun, geri dönmek zorundaydı. İşini bitirdikten sonra, isimsiz öğrencilerden sorumlu kıdemlinin yanına gitmek için yola koyulmuştu.
Heng Yue Tarikatı 5 alt bölüme ayrılmış 6 akademiden oluşuyordu. Bunlar metal, tahta, su, ateş ve topraktı ve her birinin altında farklı isimsiz öğrenciler yer alıyordu. Gerçek öğrenciler ve kıdemliler ana avluda yaşıyordu. Wang Lin su getirdiği sıralarda sık sık ana avludan geçiyordu. Her zaman ana avludakilere kıskançlık dolu gözleriyle bakıyordu. Ana avluya vardıktan sonra, çevresine iyice bakındı ve bağırdı, ''Kıdemli Sun, ben isimsiz öğrenci Wang Lin. Sizden bir isteğim var.''
Beyaz giyinmiş genç bir adam ileri doğru yürümeye başladı. Wang Lin' e bir kez baktı ve kibirle konuştu. ''Demek sen Wang Lin' sin?''
Beyazlı genci görünce, Wang Lin' in kafa sallarken kalbi sıkışmıştı.
Heng Yue Tarikatındaki öğrencilerin giydikleri renklere göre sıralandığını biliyordu. İsimsiz öğrenciler gri ve sarı olarak ikiye ayrılıyordu. Sarı giyenler ölümsüz tekniklerine çalışma iznine sahip olanlardı. Gerçek öğrencilerse güçlerine dayanarak sıralanıyordu. Güçlüden güçsüze mor, siyah beyaz ve kırmızı şeklinde.
Beyazlı gencin dudakları seyirdi ve arkasına dönüp avluya geri dönmeden önce Wang Lin' e soğuk bir bakış fırlattı. Wang Lin de ifadesiz bir yüzle peşinden hareketlenmişti.
Avluda biraz yürüdükten sonra çiçeklerle çevrili bir eve gelmişlerdi. Beyazlı genç miskince söylendi. ''Usta Sun, isimsiz bir öğrenci sizi görmek için geldi."
Konuşmayı bitirdikten sonra yan tarafa çekilmişti.
Bahçeden gelen boğuk bir ses kulaklarına ulaştı. ''Ayrılabilirsin, isimsiz öğrenci gel bakalım.''
Beyazlı genç kıkırdadıktan sonra ayrılmıştı.
Wang Lin içten içe çok sinirliydi. Kapıyı bahçeye doğru ittirip açtı. Bahçeye girdiği anda, çeşitli ilaçların aroması burnuna ulaşmıştı. Etrafında döndü ve kapıya bir bakış attı, neden bu kokuyu dışarıda alamadığını merak ediyordu.
Hoşnutsuz bir ses bahçenin köşesindeki odadan kulaklarına geldi. ''Neden hala orada duruyorsun? Acele et ve ismini söyle.''
Wang Lin hemen cevap verdi, ''Sizinle konuşmak için gelen bu öğrencinin adı Wang Lin' dir. Yarın babamın doğum günü olduğundan eve dönmek istiyorum"
Birden ses onu azarlamaya başladı. ''Wang Lin ha? O dingil sensin demek.... Hmph, ölümsüz olma yolunda ilerleyen birisi nasıl olur da dünyevi şeylere takılır. Hayatta olduğun sürece, asla bir ölümsüz olamayacaksın!''
Wang Lin kaşlarını çattı ve umutsuzca konuşmaya başladı. ''Daha bir ölümsüz tekniğine bile sahip değilken nasıl ölümsüzlük yolunda ilerliyor olabilirim?''
Kıdemli bir anlığına durdu ve geçiştirmek istiyormuşçasına, ''Üç günün var, yani acele et. Bu iki kere kullanılabilen bin millik ölümsüz tılsımı.(?) Hızını muazzam derece arttıracaktır.'' Dedikten sonra sıradan görünen bir sarı kağıt parçası pencereden Wang Lin' e doğru uçtu.
Wang Lin ölümsüz tılsımı aldı. Zhang Hu ona, evi ziyaret etmeye giden bütün öğrencilere bunlardan verildiğini söylemişti. Tarikatın bu hareketteki amacı çok basitti: tarikatın sahip olduğu ölümsüz teknikleri ve hazineleri daha fazla genci çekmek için sergilemek.
Bu ölümsüz tılsımı aslında oldukça kalitesizdi, ne var ki iyi yanı da kullanımının oldukça kolay olmasıydı. Tek yapılması gereken bacağınıza yapıştırmaktı. Bunu yapmak normal insanların hızını arttırırdı.
Ancak, dış dünyada, ölümsüz tılsımlarının takas için kullanılabileceğini duyduklarından, tılsımları toplayan bir sürü isimsiz öğrenci de vardı. Çoğu eve gitme bahanesini kullanarak bir sürü tılsım toplamıştı.
Avludan çıktıktan sonra, Wang Lin odasına geri döndü. Zhang Hu' yla vedalaşıp dağdan ayrılmak için yola koyulmuştu.
Tam o anda, yıldızlar gökyüzünde pırıldıyordu. Wang Lin eve yarın varmak istiyordu; lakin buna rağmen tılsımı kullanmamış ve babasının doğum gününü kaçıracağından endişelendiği için gece yola koyulmuştu.
Wang Lin ayrıldıktan kısa süre sonra, Kıdemli Sun odasından birkaç bitki toplamak için çıkmıştı ki aniden afalladı. Kapının girişine boş boş bakıyordu. Orada yetiştirdiği tüm mavi çiçekler kurumuştu...