149... sadece 149 gün kaldı diye geçirdi içinden Eylül... sonra her şey bitecekti, boşanacaktı, sonra da muhtemelen evine dönecekti... bunu düşününce içini mutluluk sardı... umutsuzca, değmeyecek bir adamın peşinde olmaktansa onu hayatından tamamen çıkaracaktı...
Serkan : hayırdır, yüzün gülüyor bugün, bu mutluluğun sebebi ne?
Eylül : mutluyum, çünkü bugün itibariyle 149 gün kaldı... sonunda 150 günden düşmeye başladık, nasıl mutluyum anlatamam... tabii sen beni bir de 100'den düştüğümüz zaman gör...
Serkan : sen resmen gün sayıyorsun
Eylül : tabii ki, ne sandın? Senle evlenen herkes gün sayardı, inan bana...
Serkan : benden bu kadar mı kurtulmak istiyorsun?
Eylül : e yani... Keşke bunca zaman bana düzgün davransaydın da dostça bitirebilseydik, o zaman günleri saymazdım...
Serkan : dost mu? Benden kimseye dost olmaz
Eylül : biliyorum, haklısın ama biraz daha düzgün davransaydın olabilirdi
Serkan : ben de bu mutluluğun kuzeninin düğününden kaynaklı diye düşünmüştüm... meğer sen benden ayrılmanın planlarını yapıyormuşsun
Eylül : hayır...düğünden değil. Aslında düğün için endişeli bile sayılırım...
Serkan : sebep?
Eylül : Güney... o da orada olacak.
Serkan : biliyorum... o da bizimleydi geçen gün...
Eylül : ne? neden?
Serkan : Mert'in en yakın arkadaşı sıfatıyla... sağdıç mı ne diyorlar, ondan olacakmış... ha, bir de Mert'in nikah şahidiymiş...
Eylül : ne diyorsun! Meral'in şahidi de benim...
Serkan sustu..
Eylül : of Meral of! Kesin bizi barıştırmanın peşinde...
Serkan : istemeyen kimse yardım edemez, isteyene de kimse engel olamaz
Eylül : doğru dedin... Kendinden pay biç, bak bir kişi bile seni tedaviye ikna edemedi...
Serkan : yani... ben istemedikçe olmaz ve istemiyorum
Serkan işe gitmişti... birkaç gündür takip ettiği hesaplar arasında bir tutarsızlık vardı ve bu dikkatini çekiyordu... hesapları tekrar inceleyip bir rapor hazırladı ve Ahmet'in yanına gitti. Kapıyı çalmadan açtığında onun ayaklarını masaya uzatmış, dinleniyor olduğunu gördü. Ahmet kapı açılınca hemen kendini toparlanmıştı...
Ahmet : Serkan? İnsan bir kapıyı çalar! Burası ev değil, şirket, ona göre davran
Serkan : bitti mi?
Ahmet : ne oldu, sen niye geldin?
Serkan : şirket hesaplarında bir gariplik var, kasayla harcamalar arasında tutarsızlıklar var
Ahmet alay eder gibi güldü...
Ahmet : hadi ya, ne diyorsun? Bunca insan farketmedi, sen mi farkettin bunu? Ben de bir şey söyleyeceksin sanmıştım... Senin işin sana verilen raporları bilgisayara geçirmek, hesap kitap yapmak sana mı kaldı? Sırf bunları inceleyen iki elemanımız var bizim...
Serkan : al, inanmıyorsan kendin incele. Ya da inceleme, birileri yavaş yavaş yesin bitirsin şirketi, bana neyse... zaten birkaç ay sonra ben puf!
Ahmet : kanıtın var mı?
Serkan hazırladığı raporu masaya fırlattı... sonra da koltuğa oturdu, Ahmet'in belgeleri incelemesini bekledi...
Ahmet : bu nasıl olur? Böyle bariz bir hata nasıl daha önce fark edilmez?
Serkan : nerden bileyim ben? Biri yavaş yavaş para çalmaya başlamış işte
Ahmet : şüphelendiğin biri var mı?
Serkan : düşüneyim... aslında biri var, yani çok dikkat çekiyor...
Ahmet : Serkan, birini suçlamadan önce dikkatli düşün... az sonra yapacağın suçlama çok büyük...
Serkan : ne düşünmesi be ne düşünmesi? Adam üç bin maaşla altına cip çekti...
Ahmet : kim o?
Serkan : Esra... bizim departmandan
Ahmet : ne?! Esra bizimle senelerdir çalışıyor.. 10 yıldır arı gibi çalışıyor kız... çok iyi yerlere geldi. Eleman yokluğunda boşluğumuzu doldurdu... Esra olamaz.
Serkan : o zaman cipin nerden geldiğini sor ona.. verdiğin maaş belli. Gerçi ona da hak vermek lazım, bende de biraz şeref biraz haysiyet olmasa, bütün gün ayağını uzatıp yatan, her şeyden habersiz, keriz patronumu yer dururdum...
Ahmet : ne diyorsun sen?!
Serkan : adam şirketi yemiş bitirmiş diyorum. Vergileri kaçırmış, senin başın belaya girecek diyorum. İster inan, ister inanma.. ben de kabahat, insanlık yaptım, geldim söyledim... işe yaramak için para kaçırmak gerekiyormuş...