Evin hizmetlisi Ayşe, evde olup biteni her gün tek tek Mesude'ye bildiriyordu....
Ayşe : ...zaten aynı odada bile yatmıyorlar, Eylül hanım sabah erkenden başka odadan çıkıp diğer odaya geçer gibi yapıp öyle geliyor kahvaltıya, ben de bozuntuya vermiyorum tabii, görmemişim gibi davranıyorum...
Mesude : peki kızım nasıl? Yani bana iyiyim falan diyor ama bilmiyorum...
Ayşe : iyi evet... sürekli dalaşıyorlar ama biraz şakalaşıyorlar gibi, birbirlerine laf sokuyorlar ama sonu gülüşmeyle bitiyor
Mesude : nasıl, Eylül de gülüyor mu?
Ayşe : evet.. beraber gülüyorlar
Mesude : Allah Allah... ilginç. Ama kızım mutluysa sorun yok tabii. O içmeye devam ediyor mu peki?
Ayşe : evet, hem de su gibi... pek çarpmıyor da, bünyesi çok sağlam olsa gerek. Sigara da içip duruyor
Mesude : kızıma zarar veriyor mu peki? Hiç el kaldırdı mı yani? Ya da bağırıp çağırdı mı?
Ayşe : hayır, asla. Hiç görmedim, sesini yükselten hep Eylül hanım oldu aslında, ama dedim ya o da gerçekten sinir anlamında değil, sanki şakalaşma gibi... ama Serkan bey ne bağırıyor, ne de şiddet uyguluyor. Öyle sakin sakin, kendi halinde takılıyor... bence tek zararı kendine veriyor, su gibi içki içiyor... Artık çalışmaya da başlayınca, Eylül hanım da rahatladı sanki...
Mesude : tamam... iyi. İyi geçiniyorlarsa, kızım da mutluysa sıkıntı yok.
Ayşe : Meral hanım geldi birkaç kez, Serkan bey ona biraz sert davranıyor, ama Eylül'le öyle değil, merak etmeyin. Zaten bir şey yapacak olursa da araya girerim, hemen size de haber veririm...
Serkan, işe başlamıştı, işin en sıkıntılı yanı saatlerin uzunluğuydu. Üstelik ona emir verilmesinden hiç ama hiç hoşlanmıyordu...
Eylül ise Serkan'ın yokluğunu fırsat bilip dışarıda dolaşırken kendini Güney'in evinin önünde buldu. Bir süre sonra Güney, arabasıyla evinin önüne yanaşmıştı, Eylül'ü görünce hemen indi arabadan...
Güney : Eylül? Ne oldu?
Eylül : ben seni özledim... dışarı çıkmıştım, neden bilmiyorum ama kendimi burada buldum...
Güney, Eylül'ü kendine çekmiş, sarılmıştı... Eylül'ün gözlerinden yaşlar süzülüyordu...
Güney : neden ağlıyorsun? O herif sana bir zarar mı veriyor? Eğer senin kılına zarar gelirse ben o-...
Eylül : hayır hayır... hiçbir şey yapmıyor ama...
Güney : ama...
Eylül : beni anlıyorsun değil mi? Neden seninle değil de onunla evlendiğimi anlıyorsun değil mi Güney? Ben onunla evlenmeseydim, seninle evlenseydim, bana bir laf gelse sana gelmiş olacaktı, bu sefer sizin aileniz zarar görecekti... yoksa istemez miydim seninle evlenmeyi...
Güney : istiyor muydun?
Eylül : tabii ki... onu mu seni mi seçerim? Deli misin, tabii ki seni isterdim... bu çok güzeldi, yani benimle evlenmek istemen... ama bir şeyi anlayamıyorum...
Güney : neyi anlayamıyorsun?
Eylül : neden benimle evlenmek istedin? Yani daha birkaç ay oldu tanışalı... beni nasıl tanıdın bu kısacak zamanda? Yani evlenecek kadar...
Güney : seni tanıdım Eylül... gözümle beğendim, yüreğimle tanıdım, kalbimle sevdim...
Eylül hayranlıkla baktı Güney'e...
Güney : ama yine de keşke onunla değil, benimle evlenseydin... hiçbir söylenen umrumda olmazdı...
Eylül: ama ailenin olurdu... hem de beni iyice tanımadan... söylenenlere kulak asmadan nasıl evlenecektin ki benimle? Böyle alelacele... yazanları görmedin mi? Neler söylemişler hakkımda...
Güney : doğru olmadığını seni biraz olsun tanıyan herkes biliyor zaten. Ama ben istemez miydim sana senin bana iyice güvendiğin, beni iyice sevdiğin bir zaman evlenme teklif etmek, sana güzel bir düğün yapmak... istemez miydim sanıyorsun? Ama durumun acelesi varsa ben her şeye hazırdım...
Eylül : o lafların sana gelmesine dayanamazdım... ama bir yandan da senden vazgeçmek öyle zor ki...
Güney : Eylül, senin evliliğin formalite icabı değil mi? Yani onu hiç sevmiyorsun...
Eylül : tabii ki öyle...
Güney: o zaman evlenmen umrumda değil... o evliliğin sadece lafta bir evlilik olduğu sürece ben senin yanında olucam.
Eylül : nasıl? Bir dakika, nasıl yani? Benimle görüşmeye devam mı etmek istiyorsun? Evlenmeme rağmen...
Güney : evet... hem gizli gizli buluşup biraz ekşın yaşamış oluruz, fena mı?