Serkan, bu haberin onu rahatlatacağını düşünmüştü, beyni bunu söylüyordu çünkü. Hatta bas bas bağırıyordu, "kurtuldun, alman gereken hiçbir sorumluluk yok artık" diyordu ama bu onu hiç rahatlatmamış, aksine üzmüştü. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibiydi sanki. Sahi ne kadar olmuştu bu fikre gerçekten alışalı? Sadece bir ya da iki gün... ve şimdi "tamam bitti, hiç yaşanmadı varsay" mı denmiş olunucaktı? Kısa bir anlığına öfkelenmiş, sonra yeniden üzülmüştü. Kalbi kırılmıştı sanki. Ve o tüm bunları kendi içinde yaşarken daha Eylül'e bakmamıştı bile... ve ona bir anlığına bile baksa bu hislerin kat be kat artacağını biliyordu...
Eylül ise büyük hayal kırıklığı yaşamıştı, çünkü Serkan ona söylemişti, bu benim baba olmak için tek şansım, yoksa bu fikri önüme koyduğundan beri böyle bir hata yapma ihtimalim yok demişti... ama bilmiyordu ki bu onun da tek şansıydı, anne olmak için tek şansıydı ve kaybetmişti... tam da Serkan kabullenmişken neden böyle oldu ki diye geçirdi içinden... her şeyin güzel olacağı çok açıkken birden bu fırsat ellerinin arasından kaçıp gitmişti. Yine de Serkan'ın içten içe rahatladığına, hatta sevinç çığlıkları atmamak için kendini zor tuttuğundan emindi. Sırf bunu görmemek için, Serkan'ın yüzüne bakmayı reddetti. Şu an bu kadar üzgünken Serkan'ın gizli mutluluğuna şahit olamazdı...
Yine de Eylül her işte bir hayır vardır diye düşündü. Evet bebeğini kaybetmesi çok kötüydü, belki de bir daha hiç anne olmayacaktı ama yine de bu işte bir hayır aradı... belki de Serkan gerçekten ona babalık yapmayı beceremeyecekti, ya da Serkan'ın dediği gibi öfkeli, nefret dolu bir çocuk olacaktı. Ya da tam tersi belki kendi annelik yapamayacaktı ona. Belki tüm korkularını o çocukla birlikte yaşamış olacaktı. Yol yakınken geri dönmüş olmalarına sevinmediyse de çok mutsuz olup ağlamadı da... sakindi, beklediğinden daha sakin...
Doktor muayeneyi bitirdiğinde onlar da fazla oyalanmadan hastaneden çıkmıştı. Serkan, Eylül'ün ağlamasını beklemiş ama öyle olmadığını görünce şaşkınlığını gizleyememişti...
Serkan: Eylül, dur bir dakika... sen iyi misin? Bu sessizliğin beni korkutuyor
Eylül: iyi değilim Serkan ama kötü de değilim. Beklediğim kadar sarsmadı sanırım.
Serkan: nasıl yani? Üzülmedin mi?
Eylül: üzüldüm, tabii ki üzüldüm. Ama birkaç güne kadar onu aldırmayı göze aldığımı düşünürsek, zaten gözden çıkardığım bir bebeği kaybettiğime o kadar üzülmemem normal değil mi?
Serkan: yine de böyle olmamalı...
Eylül: ne yani? Ne yapmamı beklerdin? Ağlamamı mı istiyorsun? Bu seni mutlu mu ederdi?
Serkan: hayır, tabii ki etmezdi, asla... ama yine de bu normal bir tepki değil. Hele senin için hiç değil...
Eylül: yani, senin de pek normal bir tepki verdiğin söylenemez...
Serkan : nasıl yani?
Eylül: baksana, hala sevinç çığlıkları atmadın. Hoplayıp zıplamadın ya da en azından sırıtmadın. Böyle durgun kalabilmek hiç senlik bir hareket değil. Söylesene, hiç sevinmedin mi?
Serkan : saçmalama Eylül, tabii ki sevinmedim, nasıl sevinmiş olduğunu düşünürsün?
Eylül: onu aslında hiç istemediğin düşünülürse vermen gereken tepki bu olurdu...
Serkan : aslına bakarsan biraz sinirliyim...
Eylül: o neden? Neye sinirlendin yine?
Serkan : sana! Ve komik de bir durum gibi ama gülenecek bir şey de değil. Baksana, paralel evrende gibiyiz sanki...
Eylül: anlamıyorum.
Serkan: bu sakinliğin ve umursamazlığın beni sinirlendiriyor Eylül. Yani... sanki ona senden daha fazla değer vermişim gibi hissediyorum.
Eylül: bu mümkün değil
Serkan: evet ben de öyle sanıyordum ama ben üzülmüşken senin hiçbir şey olmamış gibi davranman hiç normal değil...
Eylül: üzülmüyorum Serkan! Üzülmüyorum oldu mu? Belki de başından beri olması gereken buydu. Sen de istemiyordun zaten. Doğru düzgün babalık yapamayacağın bu çocuğu doğuramadığım için hiç üzülmedim!
Serkan bu sözler karşısında sarsılmıştı... tek kelime dahi edemedi çünkü biliyordu ki Eylül haklıydı. Yine de bunu ondan duymamayı dilerdi...
Eylül: şimdi beni eve götürür müsün? Biraz dinlenmek istiyorum
Serkan sadece kafasını sallamıştı. Arabada ikisi de hiç konuşmadı, Eylül eve girer girmez odasına çıkarken Serkan salonda kalmayı tercih etmişti. Koltuğa oturur oturmaz, dün yaptıkları konuşmayı hatırlamış, aynı anda gözlerinin dolduğunu hissetmişti...