Serkan acıyla baktı Eylül'e...
Eylül: Ve en kötüsü de sen beni terketmeseydin onun yaşayabilecek olmasını aşamıyorum... çünkü sen gittikten sonra ben berbat bir haldeydim, kelimenin tam anlamıyla. Yemedim içmedim... tek yaptığım bunca zaman nerede hata yaptığımı düşünmek ve ağlamaktı...
Eylül yeniden ağlamaya başladığında Serkan acıyla suratını buruşturdu... Artık emin olduğu tek bir şey vardı, Eylül onu affetse dahi o kendisini affetmeyecekti. Eylül iyileşecekti belki ama kendisi aynı kalacaktı. Çünkü kendisini affetmediği sürece "Kötü Serkan" onu asla terk etmeyecekti. O bundan sonra kendini sadece Eylül'ün acısını dindirmeye adayacaktı...
....
Sinemada ikisi de kafasını dağıtmıştı, hatta film boyunca Eylül gülmüştü bile, ama Serkan kendini filme anca ikinci yarıdan sonra verebilmişti... En yakın zamanda Deniz'e gitmesi gerektiğini biliyordu... film bitip salondan çıktıktan sonra Eylül'e sorduğu tam da bununla alakalı bir soru oldu...
Serkan: çift terapisine gidelim mi?
Eylül: pardon?
Serkan: Deniz'e çift terapisine gidelim mi? İkimiz beraber, aynı anda yani...
Eylül: onu evli çiftler evliliklerini kurtarmak için yapıyor sanıyordum
Serkan: kağıt üstündeki medeni halimizin bir önemi var mı? Birbirimizi seviyoruz ama sorunlarımız var, ortak sıkıntılarımız... neden olmasın?
Eylül: işe yarar mı dersin?
Serkan: denemekten ne çıkar? Her şeyi deneyelim...
Eylül: olur...
Serkan: ben Deniz ile konuşurum, ortak bir gün ayarlamaya çalışırız.
Eylül: tamam...
Serkan: bu bizim ikinci randevumuz değil mi?
Eylül gülerek kafasını iki yana çevirdi...
Eylül: üç... ben düğünü de sayıyorum
Serkan: tamam öyle olsun... üçüncü randevumuz. Diyorum ki, bence bunu bir üst seviyeye taşıma zamanımız geldi...
Eylül: nasıl yani? Yoksa evine mi davet ediyorsun?! Hem sizinkilerle de kaynaştığıma göre...
Serkan'ın keyfi hemen yerine gelmişti... küçük bir kahkaha attı...
Serkan: aslında aklımdaki bu değildi... ama aklımdakini evde de yapabiliriz. Evet, eğer çok erken olacağını düşünmezsen evime gelir misin? Hem sana kahve de yapabilirim...
Eylül: biraz düşünmem lazım...
Birkaç saniye sonra Eylül gülümsedi...
Eylül: gelirim... ama kahve yapma, istemiyorum. Çay yap. Şirkette sürekli kahve yapmaktan artık kahveden soğudum...
Serkan: hay hay... benim kullanmamı ister misin?
Eylül: iyi olur... ben de izlerim biraz seni.
Serkan yeniden kahkaha attı. Bu sıralar ne çok gülüyordu. Hepsi Eylül sayesindeydi...
Serkan'ın evi kendisine çok da uzak değildi, bir apartman dairesinde kalıyordu. Eylül'ün üç dört hamlede park edeceği arabayı Serkan tek hamlede apartmanın önüne park etmişti...
Serkan: şimdiden söyleyeyim, biraz küçük. Tek başıma olduğum için bana yetiyor ama...
İçeri girdikleri an onları bir mutfak ve oturma odası karşılamıştı.
Serkan: küçük demiştim. Bir oda bir salon.
Eylül: amerikan mutfaklara bayılıyorum...
Serkan: biliyorum
Eylül ada tezgaha yaslanırken Serkan gömleğinin kollarındaki düğmeleri çözerek kollarını kıvırmıştı. Gömleğinin üstten bir iki düğmesini de açmıştı.
Serkan: koltuğa geçsene, yabancı gibi durmana gerek yok, kendini evinde gibi hisset...
Eylül: tek başıma oturmak istemiyorum, burada yanında durmak istiyorum.
Serkan : peki... çayın yanında ne istersin?
Eylül: sinemada çok tuzlu yedik, tatlı bir şey varsa çok güzel olur...
Serkan : evde tatlı yok ama yapabilirsin?
Eylül: ben mi?
Serkan: hı hı... ben pek sevmiyorum biliyorsun, geleceğine hazırlıksızdım, bir şey alamadım
Eylül: ne yapsam ki?
Serkan: Kaan'la Göktuğ'a geldi mi döktürüyorsunuz Eylül hanım? Bana gelince ne yapacağını mı bilmiyorsun?
Eylül: öyle değil de... yani senin de yemek isteyeceğin bir şey olsun. Biliyorum çok tatlı sevmiyorsun ama...
Serkan: muhallebi yapabilir misin? Annem ben küçükken yapardı, kokusu bütün eve dolardı...
Serkan bunu gülümseyerek anlatırken Eylül de gülümsedi ve Serkan'ı yanağından öptü...
Eylül: hemen...
Serkan çayı koyarken Eylül de muhallebiyi yapmaya başlamıştı...
Eylül: muhallebiyi soğuk mu sıcak mı yemeği seversin?
Serkan: sıcakken sanırım...
Eylül: ben de...
Yarım saat sonra oturma odasındaki kanepede dip dibe oturmuş muhallebi kaselerini kaşıklıyorlardı...
Serkan: ellerine sağlık
Eylül: afiyet olsun... Serkan?
Serkan: efendim canım?
Eylül: hani sinemadan çıktığımızda bir sonraki seviyeden bahsetmiştin ya, neydi o? Evde de olur demiştin...
Serkan: hımm... evet.
Başka hiçbir şey dememişti ama kasesini sehpaya bırakıp eliyle Eylül'ün yüzünü avuçlamış, baş parmağıyla yanağını okşamaya başlamıştı yavaşça... çok yavaşça niyetini belli ederek Eylül'e yaklaştı, Eylül geri çekilmeyince birden dudaklarına yapıştı, daha fazla sabrı kalmamıştı...
Eylül de elleriyle Serkan'ın ensesinden tutarak onu iyice kendine doğru çekmişti. Ona aşıktı zaten, ne fark ederdi ki? Bunu saklamıyor, gizlemiyordu. Serkan'a aşıktı, her haline... ve kendini ona tamamen bırakmaya hazırdı...