Göktuğ oturduğu koltukta uyuklamak üzereyken bir yandan da konuşarak kendini uyandırmaya çalışıyordu...
Göktuğ: Kaan neden sizinle gelmedi? Gelseydi de bebeği sevseydi azcık. Sizin için de alıştırma olurdu
Eylül : annemlere gitmek istedi, haftasonları bizimle olmaktan sıkılıyor tabii çocuk... eskiden iple çekiyordu o günleri ama şimdi durum farklı...
Göktuğ: buraya geleceğinizi söylemediniz mi?
Eylül : söyledik de dedesiyle oyun oynayacaklarmış, babam neyle kandırdı bilmiyorum, buraya gelmeyi hiç düşünmedi bile...
Serkan : sen de dinlenirsin biraz işte... ben karşı çıkmasam hala sen kaldırmaya çalışıyorsun Kaan'ı... doktor ne dedi, hatırlatırım...
Eylül : tamam tamam... ben dersimi aldım, bir daha yapmayacağım demiştim ya
Serkan : iyi öyle olsun bakalım... inanalım.
Göktuğ : işi ne zaman bırakacaksın?
Eylül : gidebildiğim yere kadar gidicem. Yiğit bey ile işleri düzene koymaya başladık zaten, ayarlıyoruz. Ayak işlerini de Merve hallediyor, ben oturup duruyorum o yüzden hiç yorulmuyorum. O yüzden son zamana kadar kalmak istiyorum ama zaman ne gösterir bilmiyorum.
Göktuğ: oldu olcak şirkette doğur... nasıl fikir?
Serkan : daha en başında bırak dedim ama beni dinlemiyor ki. Ne diyebilirim? Karışınca da azar yiyorum, ne yapayım?
Eylül : abart abart... azar yiyormuş.
Göktuğ gülmüş, birkaç dakika sessizlikten sonra da hafifçe horlamaya başlamıştı...
.....
Eylül, Serkan arabayı sahil yolundan sürerken yola bakıyordu. Eylül ise annelerine aslında hiç gitmek istemiyordu, sebepsizce... keşke Kaan'ı Serkan alsa da hemen gelse dedi içinden.
Eylül : dur dur dur... Serkan durdur arabayı...
Serkan, Eylül'ün kötü hissettiğini düşünüp hemen sağa çekmişti arabayı...
Serkan : ne oldu? İyi misin? Miden mi kötü yine?
Eylül : kestane... kestaneci vardı şurda, geçtin...
Serkan : kestaneci mi? Ben görmedim...
Eylül : vardı diyorum Serkan. Of benim canım istiyor Serkan, bana kestane alsana...
Serkan gülüp arabayla yavaş yavaş geri geri gitmeye başladı, gerçekten de yolun kenarında ağaç dibinde bir kestaneci vardı...
Eylül : bak, sana var demiştim... ama cimrilik yapma tamam mı, öyle ufak paketlerden alma, en büyüğünden al.
Serkan buna kahkahalarla güldü ve arabadan çıkıp kestaneye almaya gitti. Eylül ise camdan onları izliyordu. Serkan en büyük poşeti sallayıp Eylül'e gösterince Eylül kafasını sallayıp gülümsedi, şimdilik o kadarı yeterdi...
Serkan yeniden arabaya döndüğünde Eylül hemen poşeti Serkan'ın elinden aldı ve kestaneleri açmaya çalıştı ama anında torbaya geri attı...
Eylül : uf! Sıcakmış...
Serkan az ileride park edecek bir yer bulup arabayı oraya çekti ve Eylül'ün elinden poşeti alıp, kestaneleri onun için ayıklamaya başladı...
Eylül : hımm... çok güzelmiş. Çok teşekkür ederim
Serkan : bu sefer canın hemen alabileceğim bir şey çektiği için ben teşekkür ederim.
Eylül : keşke buna ben karar verebilsem, o zaman seni hiç yormazdım. Ama bazen hemen gördüğüm bir şeye özeniyorum, bazen de aklımın ucunda olmayan bir şeyin tadı birden ağzımda beliriyor, bu bazen hiç sevmediğim şeyler bile olabiliyor
Serkan : bu sefer alabildik ya... önemli olan o.
Eylül : ay ama bu çok lezzetli, sen de yesene. İzin veriyorum, birkaç tanecik yiyebilirsin, geri kalan hepsi benim...
Serkan : hepsi? Mideni bozma sonra? En azından yemekten sonra devam edersin, ara ver birazcık
Eylül: bozmam bozmam... ben küçükken bir kasa incir yemiştim de hiçbir şey olmamıştı, kestane ile mi midemi bozucam?
Eylül kafasını birden kaldırıp Serkan'a dikti bakışlarını... uzun süre öylece bakınca Serkan da ona baktı...
Serkan : ne? Yoksa şimdi de incir mi?
Eylül : hı hı... ama taze incir.
Serkan : eyvah eyvah...
Eylül : neden öyle dedin şimdi, bulamaz mısın? Bul ne olur.... aklıma geldi bir kere, gitmez de öyle hemencecik...
Serkan : bulurum bulurum... pazarda olur muhtemelen. Seni annenlere bırakayım da mahalle pazarına bakayım.
Eylül : tamam...
Serkan, Eylül'ü annesinin evine bırakmış, içeri girene kadar beklemişti ama Eylül kapıda hizmetçi ile konuşuyor, bir türlü içeri girmiyordu bu yüzden hemen arabadan inip yanına gitti, kesin bir terslik vardı...
Serkan : Eylül? Ne oldu, neden içeri girmiyorsun?
Eylül: ben de anlamadım ki, bu yeni bir çalışan sanırım, daha önce görmedim. Kızlarıyım dedim ama tanımadığı için sanırım güvenemedi, beni içeri almadı...
Ahmet içerden gelmiş, kızını ve Serkan'ı içeri almıştı...
Ahmet : gelin, şöyle geçelim...
Ahmet onları mutfağa yönlendirmişti.
Eylül : neden salona geçmiyoruz baba? Hem bu ses de ne? Ağlama sesi mi bu? Annem mi ağlıyor?
Ahmet : hayır, annen değil...
Serkan : kim?
Ahmet cevap verememişti... Serkan, Ahmet'e bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu... içerden bir ses duydular...
"Beni affetmez anne... Eylül beni asla affetmez!"
Eylül : Songül mü o?! Songül mü burada?
Serkan : ne işi var onun burada?
Ahmet : ne demek ne işi var? O da bizim kızımız... evime almayacak mıyız yani?
Eylül yerinden kalkıp içeri gitti... ablasıyla yüzleşmeye...