-30-

121 9 0
                                    

Tuğçe'nin gözünden...

Yeni kocamla ve cici çocuklarımla beraber akşam yemeği yiyorduk.

Zafer ve Tuna hariç hepsinin suratı beş karıştı. Benim onlardan nefret ettiğim gibi onlar da benden nefret ediyorlardı. Onlarla göz göze gelmekten kaçınıyordum. Ancak, ben kaçınıyor olsam da Simge'nin ezici bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"Haftaya piknik yapıyoruz." dedi Zafer. Beşimiz de dönüp ona bakınca devam etti:

"Sinan çok güzel bir piknik yeri biliyormuş. Dağlık bir yerdeymiş, dere falan varmış. Şirketimizin yönetim kurulu ve önemli çalışanları olarak gidiyoruz. Ben dahil hepimizin aileleri de gelecek tabii. Kalabalık bir ekip olacağız."

"Hangi gün gidiyoruz, canım?"

"Pazar."

"Ben gelemem." diye atıldı Simge. Zafer, buna sinirlenmişti.

"Neden gelemezmişsin Simge'ciğim?"

"Ben o gün anneme gideceğim, beni saymayın."

"Annene cumartesi git. Pazar günü hep birlikte piknikteyiz, bir aksilik istemiyorum."

O sırada Tuna'ya baktığımda onun da bana baktığını fark ettim. Göz göze gelince bana ses çıkarmadan, dudaklarıyla bir şey dedi. Dudaklarını doğru okuyabildiğime emindim, çünkü, anladığım kadarıyla Sertan'ın da bu pikniğe gelme ihtimalini sormuştu. Herhalde o de gelecekti. Koskoca Hazar Holding'in mali müşaviriydi.

Ben Sertanla Tuna'nın akıbetini düşünürken Zafer'in beni yoklaması, düşüncelerimi yarıda kesmişti.

"Defne, iyi misin?"

"İyiyim canim, iyiyim. Şey... İşe ne zaman dönüyorum?"

"İyi ki hatırlattın, az kalsın unutacaktım. Fabrikada değil, holdingde çalışacaksın artık. Artık çok yorulmanı istemiyorum, vaktinin sadece yarısını şirkette geçireceksin. Diğer yarısında evde olacaksın, kızınla, pardon, kızımızla ilgileneceksin."

"Kızımız? Çok güzel..." dedi Çağan. Zafer de Çağan'a öfkeyle baktıktan sonra onu deliye döndürecek bir karşılık verdi:

"Ayrıca, Defne seninle çalışacak Çağan. Ofisindeki diğer boş masa artık onun."

Çağan'ın yediği yemek boğazında kalırken, Emine bir kahkaha patlattı.

Akşam yemeği bitince herkes odalarına çekilmişti. Bu zenginler evde birlikte vakit geçirmeyi pek bilmiyorlardı. Herkes kendi odasına çekiliveriyordu yemekten sonra.

Kızlarla iyi anlaşmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra Simge'nin odasının kapısını çaldım. Gir, diye seslenince içeri girdim. Yatağına uzanmış, telefonuyla meşguldü.

"Simge, konuşalım mı biraz?"

"Of, bana iyilik taslama kızım. İstemiyorum konuşmak falan."

Karşılık vermeden yatağının köşesine oturdum ve devam ettim:

"Ben bu hayatta çok şey gördüm. Kazanmayı da bilirim; kaybetmeyi de. Köşklerde, lüks villalarda geçmedi çocukluğum. Maddi açıdan zorlanarak tamamladım eğitimimi, mühendis oldum. Bir yuva kurdum, sonra dağıldı. Geriye sadece kızım kaldı. Sizin huzurunuzu bozmayı da istemezdim. Ama, benim suçum yok. Bir evlilik sevgiyle yürür. Eğer annenle baban birbirlerini gerçekten sevselerdi, şu an ben burada olmazdım. Bunları duymanı istedim. Bana kin duyuyor olman beni sadece üzer. Yaşlarımız çok yakın, sen istesen bile ben sana annelik edemem; istediğim de bu değil zaten. Benim istediğim sana ve kardeşlerine dostluk etmek, sizinle bir şeyler paylaşmak... Bana bunu çok görme Simge, ben artık mutlu olmak istiyorum."

Simge hiçbir şey demedi. Bu sözlerimden etkilenip etkilenmediğini anlayamamıştım. Sessizce odasından çıkarken, bana bakıyordu...

BÜYÜK SIRLARWhere stories live. Discover now