Tahmin ettiğim yere gelmiştik; mezarlığa...
Melisa, etrafına bakıyor, olup bitenlere bir anlam vermeye çalışıyordu. Bunu, her halinden anlayabiliyordum.
Mezarlığın girişinden itibaren biraz yürüdük. Üçümüz de sessizdik, konuşmuyorduk. Murat'ın mezarına geldik. Mevsimden dolayı, mezarın üzerinde kurumuş, sarı yapraklar vardı.
Mezar taşına dokundum, ardından da Melisa'ya baktım. Hiçbir şey söylemiyordu, boş boş bakıyordu mezara. Herhalde kimin mezarı olduğunu anlamıştı. Kısa bir an, onunla göz göze geldik. Benim yaşlı gözlerime bakınca, onunkiler de sulandı.
''Burada yatan kişi, senin öz baban.'' dedim sesim titreyerek. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istemiyordum.
Mezarın başında çöktüm. Toprağa dokundum. Ardından da Sinanla göz göze geldik. Bana, Melisa ile konuşmam gerektiğini belirten bir işaret yaptı gözüyle.
''Melisa...'' dedim.
Melisa bana baktı.
''Ben... Ben, çok üzgünüm kızım. Böyle olmasını ister miydim hiç? Mutlu bir şekilde yaşamak varken, neden mutsuzluğu seçeyim ki? Buna mecbur kaldım. Beni anlamaya çalış, lütfen.''
Melisa hiç beklemediğim bir şey yaptı ve bana doğru birkaç adım geldi, sarıldı. Ben de onu kollarımla sardım. Gözyaşlarımı tutamamıştım. Ağlıyordum. Melisa hiçbir şey dememiş olsa da bana sarılmış olması, beni anladığının, bana hak verdiğinin kanıtıydı.
Mezarlıktan çıktıktan sonra Sinan bizi köşke bıraktı. İlk önce Melisa arabadan indi ve bahçe kapısını açarak köşke doğru hızlı adımlarla yürüdü. Herhalde çok yorulmuş, bir an önce dinlenmek istiyordu. Sinanla ben, arabada kalmıştık.
''Çok teşekkür ederim Sinan''
''Ben bir şey yapmadım Tuğçe, ne teşekkürü..''
''Yaptın.. Çok şey yaptın hem de..''
''Melisa seni affetmişe benziyor?''
''Umarım..''
Arabadan indim. İndiğim anda gözlerim kararmıştı. Midem de bulanıyordu. Midem, birkaç haftadır bulanıyordu zaten. Son zamanlarda da oldukça stresli günler geçirmiştim, özellikle de iki aydır falan; Tuna'nın geri döndüğünden beri...
Gözlerimin kararması bir anlığına geçti. Sinan, iyi olup olmadığımı sorarcasına bana bakıyordu.
Sinan'a bakarken gözlerim tekrar yavaş yavaş kararmaya başladı. Son hatırladığım şey, yere düştüğümü hissettiğimdi.
Uyandığımda hastaneydim. Bunu değişik, sadece hastanelerde hissedilen kokudan ve yattığımın bulunduğu odadan anlamıştım. Odada benden başka hiçkimse yoktu. Ben de yattığım yataktan kalkmamaya karar verdim.
Birkaç dakika bekledikten sonra bir hemşire odaya girdi.
''Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Defne Hanım?" dedi ciddi bir ses tonuyla.
"İyiyim." dedim donuk bir sesle. Gerçekten de kendimi iyi hissediyordum.
"Birazdan Doktor Bey gelecek, ardından da taburcu olacaksınız."
"Teşekkürler."
Hemşire odadan çıkınca doktoru beklemeye başladım. Sinan'ın nerede olduğunu düşünüyordum ki Sinan yanıma geldi.
"İyi misin?"
"İyiyim. Ne oldu bana?"
"Bayıldın."
"Melisa'nın haberi var mı?"
"Yok."
"İyi... Söylemeyelim de.. Zaten birazdan taburcu olacakmışım."
Biz Sinanla konuşurken hemşirenin kastettiği Doktor Bey odaya girdi. Sinan'a baktı.
"Defne Hanım'ın eşi misiniz?"
"Hayır, çok yakın bir arkadaşıyım."
Doktor bana baktı.
"Defne Hanım, mide bulantılarınız ne zamandan beri var?"
"Birkaç haftadır."
"Herhangi bir doktora gitmediniz mi?"
"Gitmedim. Son zamanlarda sıkıntılı ve stresliyim, ailevi nedenlerden dolayı.. Mide bulantılarım, baş dönmelerim falan bu yüzdendir diye..."
"Değil Defne Hanım, bu yüzden değil."
Anlamsızca doktorun gözlerinin içine baktım. Doktorun ağzından çıkan kelimeler, beynimde defalarca yankılandı:
"Bunu anlamamış olmanız çok tuhaf. 9 haftalık hamilesiniz, tebrikler.."
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...