Tuğçe'nin gözünden...
Sinanla göz göze geldiğimizde, onun gözlerindeki çaresizliği görmüştüm. Ağlamak istiyordu sanki. Üzgün olduğu her halinden belliydi.
Kalakalmıştım. Birkaç kez yutkundum. Duyduklarımın doğru olduğuna, Sinan'ın çaresizliğini görünce inanmıştım. Çocuklarım ölmüş müydü? Artık yok muydular? Onlara sarılamayacak mıydım bir daha?
Ağlamak, bağırmak, duvarları tekmelemek istiyordum ama olmuyordu. Yavaşça, duvarın dibine çöktüm. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı.
Hiçbir şey söyleyemiyordum. Sadece, sessizce ağlıyordum. Başka ne yapabilirdim ki? Melisa'mı ve Umut'umu kaybetmiştim. Hem de Allah'ın cezası Zafer Hazar yüzünden.
Ağlamam hızlanıyordu. Sessizliğim, yavaş yavaş kayboluyordu. Bağırma isteğim, diğer hislerimin önüne geçiyordu. En sonunda, dayanamadım ve acı bir çığlık attım. Bir doktor ve birkaç hemşire beni sakinleştirmek için uğraştılar ama başarılı olamadım. Nasıl sakinleşebilirdim ki? Kocamın katili, şimdi de çocuklarımı öldürmüştü. Ben ve en yakın arkadaşım da ölüme ramak kala kurtulmuştıuk.
Keşke kurtulmasayım, diyordum. Keşke ben de ölseydim. Şimdi nasıl yaşardım ki? Hayattan tat alır mıydım?
Bağırarak Zafer'e ileniyordum. Daha fazla hastanede durmamalıydım ve gitmeliydim. Zafer'den hesap sormalıydım.
Koşar adımlarla hastaneden çıktım ve hızımı azaltmadan yürümeye başladım. Sinan da peşimden geliyordu; belli ki beni durdurmaya çalışacaktı. Aniden durdum ve ona döndüm.
''Sinan, sakın beni durdurmaya çalışma!''
''Tuğçe, şimdi olmaz; henüz iyileşmedin.''
Ona bir adım daha yaklaştım.
''Sinan, farkında değilsin galiba... Ben bundan sonra böyleyim. Hiçbir zaman iyileşemeyeceğim.'' dedim ve yürümeye devam ettim. Sinan da benim peşimden gelmeye devam etti.
Köşke vardığımda yorulmuş olduğumu hissettim. Derin bir nefes aldım ve kırarcasına kapıyı çaldım. Evde miydi acaba? Evdedir tabii, diye geçirdim içimden. Ne de olsa bize o kazayı yaptıranın o olduğuna dair hiçbr kanıt yoktur; hepsini temizlemiştir.
Ben bunları düşünürken kapı açıldı. Zafer, tüm fettanlığıyla karşımdaydı. Ani bir hareketle ona omuz attım ve sıyrılarak içeriye geçmeyi başardım. Zaferle Sinan da içeriye geçtiler.
''Neden geldin Tuğçe?''
'Tuğçe'ye vurgu yapmıştı. Ona yaklaştım. Göz göze geldik ve bir süre birbirimizin gözlerine baktık.
''Pis katil..!'' diye bağırdım ve hızlıca bir tokat attım.
Sonra da deli gibi ona vurmaya başladım. Dayanamıyordum ki. Ona vurmak istiyordum. O bir katildi; çocuklarımın katili...
''Öldürdün onları! Allah belanı versin! İkisi de senin yüzünden öldü!''
Son cümlemi duyunca, afallamış gibiydi. Ne de olsa Umut, onun da öz oğluydu. Katil işte, öz oğlunu bile öldürmüştü. Nasıl bir insanın hayatına girmiştim ben? Nasıl bir adamın çocuğunu doğurmuştum?
Zafer'den ettiğim kadar, kendimden de nefret ediyordum zaten. Bu adamın hayatına hiç girmemeliydim. Elbet başka bir çıkış yolu bulurdum. O zamanlar, başka bir çıkış yolunun olmadığını düşünüyordum. Şimdi ne oldu sanki? Bir çıkış yolu bulabilmiş miydim? Çocuklarım ölmüştü. Onları kaybetmiştim.
''Seni mahvedeceğim Zafer Hazar..''
''Kim kimi mahvedecekmiş; görürsün..'' dedi ve belindeki silahını çıkardı. Bana doğrulttu.
''Hiç durma. Hemen öldür beni. Öldüm zaten ben. Nefes alıp almamamın hiçbir önemi yok; aldığım her nefes canımı yakıyor zaten.''
''Bunu bana yapmayacaktın..'' dedi tutuk bir sesle. Elleri titriyordu.
''Yeter artık! Hep aynı şeyleri söyleyip duruyorsun. Yaptım işte! Hiç de pişman değilim.''
Yalan söylemiştim. Pişmandım. Çocuklarımın ölümüne neden olduğu için, bu intikam oyununu oynadığım için çok pişmandım.
Silahın patlamasını bekliyordum. Üçüncü kez ölüme bu kadar yakındım. Ölüp, her şeyden kurtulmayı sabırsızlıkla beklerken, salona ikisi kadın, ikisi erkek, dört kişinin girmesiyle, dikkatler onlara verildi.
''Zafer Hazar, siz misiniz?'' dedi sivil polis olduğunu tahmin ettiğim adam. Zafer'e silahını doğrultmuştu.
''Evet, benim.'' dedi Zafer. Şaşkındı. Sinanla ben de birbirimize bakıyorduk.
Zafer kendisine doğrultulan dört silahı görünce, elindeki silahı yere bıraktı. Diğer polisler Zafer'e yaklaştılar ve bileklerini arkadan kelepçelediler.
''Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Benim kim olduğumu biliyor musunuz?'' diyerek çırpınıyordu Zafer.
''Sizi tutuklamak zorundayız. Zorluk çıkarmayın.''
''Tutuklamak mı?'' diye haykırdım. Şaşkınlığımı gizleyememiştim.
''Evet. Yedi yıl önce Murat Kaya adlı şahsı öldürtmekten ve dört gün önce de bir trafik kazasına ve iki küçük çocuğun ölümün sebebiyet verdiğinizden dolayı tutuklusunuz.''
''Saçmalamayın! Ben böyle şeyler yapmadım!''
''Zorluk çıkarmayın; emniyete gidiyoruz.'' dedi ve Zafer'i kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı ama Zafer direniyordu.
''Beni götüremezsiniz! Beni kim ihbar ettiyse, yalan söylemiş. Deliliniz yok!''
''Var.'' diye bir ses geldi. Sesin geldiği yöne baktığımızda, Emine ile karşılaştık.
''Seni biz ihbar ettik.'' derken, Simge de salona girmişti. Simge, elindeki şeyi herkese göstermek istercesine havaya kaldırdı. Dikkatli baktığımda anladım ki o, bir ses kayıt cihazıydı.
Simge ile Emine Zafer'e; Zafer ise ses kayıt cihazına bakıyordu. İnsanın iki evladından böyle bir kazık yemesi oldukça kötü bir şeydir herhalde. Daha da beter ol Zafer, diyordum içimden. Sinan da sinsice gülümsüyordu. Simge ile Emine'ye sarılmak istiyordum ama bunu yapamazdım.
Zafer, daha fazla direnmedi. Polisler onu götürürlerken, arkasından bakakaldım.
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...