Zafer'in gözünden...
Öfkem, vicdanımdan daha ağır basmıştı. Gururum kırıktı. Yıllarca kandırılmış olmayı kendime yediremiyordum. Kendimce bir intikam almak istemiştim. O arabanın içinde öz oğlumun da olduğunu bile bile onları ölüme götürmüştüm. Ya hepsi ölecekti; ya da bir kısmı. Belki de dördü de sağ çıkacaktı o kazadan ama emindim ki bu kazadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Oğlum açısından biraz pişman olmuştum. Eğer o ölürse, muhtemelen, bundan sonra asla huzurlu olamayacaktım; tam anlamıyla bir katil olacaktım; hem de evlat katili. Ama, sağlıklı düşünemediğim için yapmıştım bunu.
Umut'un ölmemesi için dua ediyordum. Evlat katili olmak istemiyordum. Allah'ın cezası Defne, beni ne hale getirmişti... Mahvetmişti hayatımı. Onun canını almadan rahat etmeyecektim. Yaptıklarının bedelini ödetmeliydim.
Tuğçe'nin gözünden...
Gözlerimi bir hastane odasında açtım. Odanın duvarlarını incelerken, bir yandan da bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum ama hatırladığım son şey, kazaydı. Kazadan sonrasına dair, zihnimde hiçbir şey yoktu.
Zafer'den kaçıyorduk. Zafer yüzünden Sinan direksiyon hakimiyetini kaybetmişti ve şarampole yuvarlanmıştık. Başımı çarpmıştım. Yüzüm kanıyordu ve gözlerim kararmıştı.
Allah'ın cezası Zafer yüzünden ne hallere düşmüştük. Keşke bizim yaptığımız kazayı o yapsaydı da geberseydi, diye içimden geçirirken doktor geldi.
''Tuğçe Hanım, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?''
Sinan ve Sertan dışında, ilk kez biri bana gayet doğal bir şekilde ''Tuğçe'' diye hitap ediyordu. Artık Defne ölmüştü; bu lanet olası hastaneden çıkınca ise Tuğçe geri gelecekti.
''Biraz başım ağrıyor.'' dedim doktora. Bir an önce gidip beni rahat bırakması için iyi olduğumu söylemeyi düşünmüştüm ama nedense bundan vazgeçmiştim ve doğruyu söylemiştim.
''Normaldir. Yarım saat kadar önce size iğne yaptık. Bir saate kadar geçer.'' dedi ciddi bir ses tonuyla.
''Çocuklarım..!'' diye haykırdım.
Dakikalardır nasıl aklıma gelmemişti? Kendime hayret ediyordum. Endişeliydim. İkisi de daha çok küçüktü; özellikle de Umut.
''Sakin olun Tuğçe Hanım..Gayet iyiler ama henüz onları göremezsiniz..''
''Çocuklarım nerede?'' diye hem ağlıyor, hem de avazım çıktığı kadar bağırıyordum.
''Tuğçe Hanım, sakin olun lütfen.. Hemşire Hanım, çabuk buraya gelin..!''
Kısa bir süre içerisinde bir hemşire geldi ve bana bir iğne yaptı. Direnmiştim ama başarılı olamamıştım. Herhalde sakinleştirici bir iğneydi ki durgunlaşmıştım. Uykum geldi; istemsizce, gözlerimi kapattım..
Sinan'ın gözünden...
Sol kolumdaki kırıktan ve sağ kaşımdaki yarıktan başka bir şeyim yoktu. Tedavim iki gün sürmüştü ve taburcu olmuştum. Ama, her gün hastanedeydim. Tuğçe'yi ve Melisa'yı yalnız bırakamazdım.
Hastanenin koridorunda oturmuş, bekliyordum. Tuğçe tam dört gündür uyuyordu. Ne zaman uyanacaktı acaba?
Ben bunları düşünürken, yanıma doktor geldi.
''Sinan Bey, Tuğçe Hanım uyandı ama tekrar uyutmak zorunda kaldık.''
Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım.
''Neden tekrar uyuttunuz?''
''Çocuklarını sordu ve kriz geçirdi. Sakinleştirici iğne yaptık.''
''Umut'un öldüğünü söylediniz mi?'' diyebildim tutuk bir sesle.
''Hayır. Söyleyemedik.''
''Melisa'nın durumu nasıl? İyileşecek mi?''
''Durumu hala daha ağır. Hayati tehlikeyi atlatabilmiş değil.''
Allah'ım, ne yapacaktım ben? Tuğçe'ye bunu nasıl söyleyecektim? Oğlun öldü ve kızının da hayati tehlikesi sürüyor, diyebilecek miydim?
Susamıştım. Su almak için hastanenin kantinine gittim ve bir şişe su aldım. Melisa'nın yattığı yoğun bakımın olduğu kata döndüğümde, bir koşuşturma olduğunu fark ettim. Doktorlar ve hemşireler yoğun bakıma bir giriyor, bir çıkıyorlardı.
''Kötü bir şey mi oldu?'' diye seslendim doktorlardan birine. Ama, cevap alamadım.
Melisa'nın da ölmemesi için dua ediyordum. Tuğçe, ikisini birden kaldıramaz, yıkılırdı. Dua etmekten başka bir çarem yoktu.
Telefonumun çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım.
''Efendim Sertan?''
''Kaçma işi ne oldu? Günlerdir telefonumu açmıyorsunuz.''
''Sertan.. Hiç sorma başımıza gelenleri... Tam kaçıyorduk ki Zafer yolumuza çıktı. Kaza yaptık. Hastanedeyiz.''
''Ben hemen geliyorum..'' dedi ve telefonu kapattı Sertan. O da bir tuhaftı. Tuğçe'den nefret ediyordu ama onun gidip gitmediğini merak ediyordu. Kaza yaptığımızı duyunca da hemen geleceğini söylemişti. Demek ki, Tuğçe'nin hayatından çıkması için sabırsızlanıyordu ve kaza konusunda da çocuklar için endişelenmişti.
Yoğun bakımdan bir doktor çıkınca, tüm dikkatimi ona verdim. Doktor bana yaklaştı; göz göze geldik.
''Doktor Bey, Melisa iyi mi?''
Doktor, başını öne eğdi. Kötü bir şey olduğu belliydi.
''Doktor Bey, lütfen bir şeyler söyleyin..''
''Elimizden gelenin fazlasını yaptık ama başaramadık. Melisa'yı kurtaramadık.''
O an sanki hastane başıma yıkılmıştı. Kelimeler, boğazımda düğümlenmişti.
''Sinan Bey, Tuğçe Hanım'a bunu henüz söylememeliyiz. İki evladının da öldüğünü duyarsa, ciddi bir psikolojik travma...''
''Sinan, ne diyor bu doktor?''
Ağlamaklı sesi duyunca, arkama baktım; Tuğçe ile göz göze geldik..
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...