-63-

94 6 0
                                    

Sertan'ın gözünden...

"Kalk! Gidiyoruz!"

"Nereye?"

"Nereye olacak kızım, karakola."

"Abi, dur... Beni mahvederler."

"Bir daha seni görmeyecekler ki."

Ezgi'nin kolundan tuttum ve yürümeye başladık. Yürümekte olan bir adama karakolun nerede olduğunu sordum. Adamın tarif ettiği yere yirmi dakika kadar yürüdükten sonra vardık.

İçeride, başkomiserle görüşmem gerektiğini, durumun acil olduğunu söyledim. Bizi başkomiserin odasına aldılar. Durumu kısaca özetledim, Ezgi de ayrıntılı bilgileri verdi.

Başkomiser Ezgi'ye dönüp "Neden bunca vakittir gelmiyorsunuz siz?" diye sordu.

"Korkuyorduk. Bizi sürekli seyrediyorlar ve tehdit ediyordu." dedi.

Başkomiser yarım saat içinde kalabalık bir ekip topladı ve yola koyulduk. Ezgi'nin tarif ettiği eve gittik.

Ev, güzel bir eve benziyordu. Yani, dışı öyleydi. Ezgi "Bir de içini görün." dediğinde iyice meraklanmıştım.

Akşam olmak üzereydi, alacakaranlık hakimdi gökyüzünde.

Önce polisler kapıyı kırarak eve girdiler. Bir dakika kadar bekledikten sonra bir gelişme olmamasının üzerimizde uyandırdığı merakla Ezgi ile ben de içeri girdik.

Gerçekten de çok pis bir evdi. Ev boştu. Yerde yatan bir kızdan başka hiçkimse yoktu. Galiba o kız öldürülmüştü.

"Deniz!" diye bir çığlık attı Ezgi ve ağlamaya başladı. Bağırarak ağlıyordu. Titremeye başladı. Belli ki sinir krizi geçiriyordu.

"Kim bu kız?" diye sordum.

Ezgi ağlayarak cevap verdi:

"Deniz. Bu odada da Deniz, Tuna ve ben kalıyorduk. Öldürmüşler Deniz'i." dedi.

O an beynimden vurulmuşa dönmüştüm.

"Tuna... Tuna nerede? Onu da öldürüp bir kenara mı attılar?" dedim kendi kendime.

Ben de ağlamaya başlamıştım. Canım yanıyordu. Ona bu kadar yaklaşmışken kaybetmeye dayanamazdım.

Aslında benim suçumdu. Ezgi ile herkesin ortasında konuşmuştuk. Onlar da bunu görüp yerlerini değiştirmişlerdi. Bir köşeye çökmüş ağlarken başkomiser yanıma geldi.

"Sertan Bey, sizin burada beklemenizin bir anlamı yok. Biz sizi haberdar edeceğiz."

"Olmaz, ben de arayacağım Tuna'yı."

"Buna hiç gerek yok. Tehlike altına girebilirsiniz. Lütfen, gidin."

Ezgi'yi de alıp o evden çıktık. Küçük bir pansiyona yerleştik. Odadaki kanepeye oturdum.

"Sen yatağa yat, dinlen.." dedim Ezgi'ye. O ise dediğimi yapmadı.

Çok tuhaf bir durumdaydım. Kardeşimle iki yabancı gibiydik. Çocukluğumuzda ve gençliğimizde her gün aynı evde vakit geçirdiğim kardeşimle birbirimizin yüzüne bakmıyorduk. O bana olan öfkesinden dolayı bakmıyordu, ben de ona karşı duyduğum vicdan azabından dolayı bakamıyordum. Eğer Tuna'nın başına bunlar gelmiş olmasa kardeşimle karşılaşmayacaktım ve onun bu halde olduğunu bilmeyecektim. Ezgi, ömrünün sonuna dek bu hayatın içinde sürünecek, perişan olacaktı. Beni affetmesi kolay olmayacaktı, ben ise kendimi ona affettirebilmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım.

Gece saat 2'ye kadar uyanıktım. Uyuyamıyordum. Ezgi'ye baktığımda onun da uyumamış olduğunu fark ettim.

"Ezgi, biraz uyumalısın." dedim.

Bana dik dik baktı.

"Beni Affet Ezgi, affet. Ben çok aptalım. İkinizin de bu duruma düşmenizde payım büyük."

"İkimizin de mi?"

Ezgi'ye Tuna ile ilgili olan her şeyi anlattım. Tuğçe'nin yaptıklarını anlattığımda şok olmuştu. Tuna'ya ilk başlarda yalandan aşık olduğumu, Tuğçe'nin intikam planını anlattım... Tuğçe'nin büyük sırrının bir ortağı daha vardı artık. Bunu hiçkimseye söylememesi konusunda tembihledim onu. Her ne kadar bana kızgın olsa da bu sırrı saklayacağına emindim. Çünkü, o benim kardeşimdi ve ona herkesten daha çok güveniyordum.

Telefonum çaldığında yerimden sıçradım. Karakolda birbirimize telefon numaralarımızı verdiğimiz başkomiser arıyordu.

Başkomiserle konuştuktan sonra derin bir nefes aldım.

Ezgi'ye döndüm ve "Tuna bulunmuş." dedim.

O da mutlu olmuştu ama benim kadar olamazdı. Artık her şey bitmişti. Beş yıldır görmediğim, aradığım kişiye kavuşmama çok az kalmıştı.

Karakola deli gibi varmıştık. Başkomiserin odasına girdiğimde Tuna ile göz göze geldik.

Tuna'nın gözünden...

Kalbim, hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu. Sertan karşımdaydı. Heyecandan bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Gözlerimden birkaç damla yaş aktı.

"Sertan?" diyerek ona yaklaştım. O, benim ellerimi tuttu.

Onun gözlerine baktım. Dilimden yalnızca iki kelime dökülebilmişti:

"Bitti mi?"

Dolu gözleriyle benim gözlerime bakarak cevap verdi:

"Bitti. Artık bizi hiçkimse, hiçbir şey ayıramayacak."

BÜYÜK SIRLARWhere stories live. Discover now