İsminin Ezgi olduğunu az önce öğrendiğimiz bu kızın gözlerinden birkaç damla yaş aktı. En az bizim kadar çaresiz olduğu belliydi.
''Nasıl geldin buraya?'' diye sordum.
Ezgi'nin gözlerinde çaresizliğin yanı sıra öfke okunuyordu şimdi.
''Boyu devrilesice kayınpederim yüzünden.''
''Kayınpederin mi?''
''Müstakbel kayınpederim, demek daha doğru olur... Babam Mardinli, annem ise Ankaralı. Mardin'in bir köyünde yaşıyorduk. Babam, yaşadığımız köyün ağasıydı. Onun hiç geçinemediği bir düşmanı var. Düşmanının oğluyla sevdik biz birbirimizi. Babam ve abim buna müseda etmediler doğal olarak. Ben de kaçtım. O sırada da babam artık sefa sürmek için başka bir şehre, belki de ülkeye yerleşmeyi düşünüyordu. Köy ağası falan ama üç dil bilir. Neyse, ben kaçınca orta yol bulunamadı. Beni evlatlıktan reddettiler. Abim zaten Mardin'de değil, çalışıyor. Bu yüzden beni savunan olmadı. Annem biraz uğraştı ama babama söz geçiremedi. Evleneceğim adamın babası da beni babamdan dolayı sevmezdi. Benden nefret ettiğini açıkça vururdu hep yüzüme. Herhalde evleneceğim adamı, Hamza'yı, başka birisiyle evlendirmek istedi ki beni kaçırttı. Onun adamları yaptı bunu, gördüm."
"Sonra ne oldu? Birinden yardım isteme fırsatı falan bulamadın mı?"
"Kaçtım. Abimi aradım hemen. Ama bana inanmadı. Sonra da adamlar buldular beni tekrar. İki aydır da buradayım, buraya sattılar beni."
Derin bir iç çektikten sonra "Hikayeye bak be..." dedi Deniz. Ben de etkilenmiştim. İnsanın, ailesi tarafından önemsenmemesinden, reddedilmesinden daha kötü bir şey olamazdı herhalde. O an aklıma kendi ailem gelmişti. Babamla son konuşmamızda ondan ne kadar nefret ettiğimi söylemiştim ona. Şimdi ise onun beni her yerde aradığına emindim. O benim babamdı ne de olsa. Kin tutabileceğini zannetmiyordum.
Deniz Ezgi'ye dönüp, "Sen en azından sana bunu yapanları biliyorsun. Ben bilmiyorum bile. Sıradan bir kaçırılma vakası benimkisi." dedi.
"Benimki de öyle herhalde." dedim. Çünkü, ben de başıma gelenlerin sebebini bilmiyordum.
Babam, annem, abim, ablamlar ve en önemlisi Sertan... Neredeydiler? Yıllar geçmişti... Dört koca yıl...
Umudumu kaybetmemek için direniyordum adeta. Ailem İzmir'deydi, ben Adana'daydım. Adana'da olduğum aklıma gelince Ezgi'ye döndüm.
"Beni buraya İzmir'den getirdiler, seni ise Mardin'den. Türkiye'nin bir ucundan diğer ucuna kadar nasıl yapıyorlar bunu?"
"Demek ki sandığımızdan daha güçlü bir çetenin esirleriyiz."
"Dilendirip üç kuruş para kazandırtmaktan başka bir şey de yaptıkları yok. Bunun için mi tüm bunlar? Öldürseler de kurtulsam artık, bıktım.."
Ben ağlamaya başladığımda Ezgi ve Deniz'in de gözleri dolmuştu.
Nasıl kurtulacaktık buradan? Ömrümüzün sonuna kadar dilendirilecek miydik?
O sırada o kadın içeri girdi.
"Neden ağlıyorsunuz? Bizdeki de kafa herhalde."
"O kafan kopsun inşallah." diye bağırdı Deniz.
Sarışın, otuzlu yaşlardaki o kadın Deniz'e yaklaşıp kolundan tuttu.
"Ne dedin sen?"
"Allah belanı versin, dedim."
"Yürü... Maşallah, hücreyi hiç boş bırakmıyorsunuz. Bir Tuna, bir sen... Bakalım şu kız ne zaman size benzeyecek..."
"Bıraksana kolumu ya..." diye bağırması fayda etmedi Deniz'in. Sarı çiyan onu götürdü. Kapıya bir tekme attıktan sonra ağlamaya devam ettim. Ezgi de odanın bir köşesine oturmuş, boş duvara dalmıştı.
"Neredesin Sertan? Gel, kurtar beni..." diye fısıldadım küçük pencereden gökyüzüne bakarak.
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...