Günlerdir köşkte soğuk rüzgarlar esiyordu. Kızım, her geçen gün benden biraz daha soğuyordu. Onu anlayabiliyordum. Onun için hiç kolay değildi. Ama beni anlayabilmek için birazcık uğraşsaydı keşke. Sonuçta ben, ikimizi de isteyerek bu hayata sürüklememiştim. Buna mecbur kalmıştım.
Anladığım bir şey daha vardı ki o da Melisa'nın yaşına göre olgun bir kız olduğuydu. Hareketleri, tavırları, kullandığı kelimeler... Mızmız bir kız olsaydı, işim çok daha zor olurdu herhalde.
Psikolojim alt üst olmuştu. Günlerdir hiçbir yere gitmiyor, hiçkimseye de telefonumu açmıyordum. Birkaç kez Zafer aradı, ona da açmadım. Umarım köşke gelmezdi...
İnsanın korktuğu da başına gelirmiş zaten...
Kapı çalındı ve hizmetçi kapıya koştu. Kısa bir süre sonra Zafer, salondaydı. Kaşlarını çatmış, bana bakıyordu.
"Neden telefon ettiğimde açmıyorsun Defne?"
Oturduğum koltuktan kalkarak onun karşısına geçtim.
"Sana ne Zafer? Gelen çağrıları cevaplayıp cevaplamamakta özgürüm, öyle değil mi?"
"Cevaplayacaksın! Boşanmış olsak da Pelin benim kızım. Onu görmek hakkım."
"Pelin senin kızın falan değil."
"Biyolojik olarak değil ama hem manevi hem de resmi olarak kızım. Üstelik, Pelin bunu bilmiyor."
"Pelin şu an uyuyor. Daha sonra gel."
"Bu saatte ne uykusu?" diyerek salondan çıktı Zafer. Merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladı. Korkuyordum. Hem yalan söylediğim ortaya çıkacaktı, hem de Melisa Zaferle karşılaşmaya hazır değildi.
Zafer, Melisa'nın odasının kapısını açtı.
Melisa'yı gördüğümde derin bir nefes aldım. Uyuyakalmıştı. Saat daha akşamın sekiz buçuğuydu ama uyuyakalmıştı işte.
Zafer, Melisa'nın açık kalmış olan üzerini örttü. Sonra da çekip gitti.
O gidince rahatlamıştım.
Peki ya ne kadar devam edecekti bu? Ne hallere düşmüştüm... Bir an kızımla birlikte gerçek kimliklerimize bürünüp kaçmayı düşündüm. Bunun olamayacağını hatırlayınca umutsuz ruh halime geri döndüm. Zafer, Tuğçe ile Melisa'yı arıyordu. Vereceğimiz en küçük bir açıkta eliyle koymuş gibi bulurdu bizi. Zafer sağ olduğu sürece ben Defne'ydim, Melisa da Pelin'di. Melisa'yı en kısa sürede Zafer'e hiçbir şey belli etmeyip ona eskisi gibi davranması için tekrar tembihlemeliydim, gerekirse yalvarıp ayaklarına kapanmalıydım.
Sinan... Sinan aklıma gelmişti. O bana yardım ederdi, en azından bir fikir verirdi. Sinan gece geç saatte yatardı, biliyordum. Ona gidebilirdim.
Hemen odama çıktım ve üzerimi değiştirdim. Artık akşamları hava serin oluyordu, bu yüzden biraz kalın bir şeyler giydim. Hizmetçiye iki saate döneceğimi söyledim ve evden çıktım.
Hava gerçekten de biraz serindi. Arabama bindim ve Sinan'ın evine gittim.
Sinan kapıyı açtı. Yorgun görünüyordu. İçeriye geçtik. Koltuklardan birine oturdum.
"Sinan, kusura bakma, yorgun görünüyorsun ama neler olduğunu bir bilsen..."
"Ne oldu?"
"Melisa... Melisa her şeyi öğrendi.."
"Her şeyi öğrendi mi? Nasıl öğrendi?"
"Domuz Sertan anlatmış. Yetmezmiş gibi bir de fotoğraf vermiş. Vaktiyle benim eşyalarım arasından çaldı herhalde. Mahvedeceğim onu. Ahtım olsun ki onu pişman edeceğim."
"Melisa ne durumda?"
"Durgun. Pek konuşmuyor."
"Kolay değil tabii."
"Yardım et bana Sinan. Melisa Zafer'e bir şey belli etmemeli."
"Konuş onunla."
"Konuştum ama bir şey demiyor. Bir de sen konuş, seni çok sever."
"Tamam, yarın sabah kahvaltıya gidelim üçümüz, holdinge öğleden sonra gideceğim. Orada konuşuruz, olur mu?"
"Olur. Ben şimdi gideyim o zaman. Yarın görüşürüz."
"Görüşürüz."
Köşke döndüm. Melisa hala daha uyuyordu. Kısa bir süre odasının kapısının önünden onu seyrettikten sonra kendi odama geçtim ve üzerimi bile değiştirmeden yatağıma uzandım.
Ertesi sabah uyandığımda saat 8'i biraz geçiyordu.
Ilık bir duş aldıktan sonra Melisa'yı uyandırıp hazırlanmasını söyledim.
Sinan geldiğinde hazırdık. Vakit kaybetmeden evden çıktık ve kahvaltı yapmak için deniz manzaralı bir yere gittik. Çok güzel bir mekandı. Son günlerde yaşadığım sorunlar olmasa huzurla dolup taşacaktım.
Kahvaltımızı ederken sessizdik. Sinan'ın konuşmaya başlamasını bekliyordum. Ve, konuşmaya başladı.
"Pelin, beğendin mi bu mekanı?"
"Evet, çok beğendim."
"Tostun lezzetli mi?"
"Evet. Asıl konuya girebilirsiniz."
Sinanla birbirimize baktık..
"Beni buraya benimle konuşmak için getirdiniz, anladım." dedi Melisa.
"Evet, öyle sayılır. Sana bir şey sormak istiyorum.."
"Sor?"
"Anneni çok seviyorsun, değil mi?"
Bu soru karşısında sessiz kaldı Melisa. Oysaki hiç düşünmeden beni çok sevdiğini söylemesi gerekmez miydi? Çok üzülmüştüm. Bir süre geçtikten sonra başını "evet" anlamında sallamakla yetindi.
Sinan onun gözlerinin içine bakıyordu.
"Annen için yapman gereken bir şey var. Babana, Zafer'e, bir şey belli etmemen gerekiyor. Hem o seni çok seviyor."
"Evet, dün akşam geldi ve seni görmek istedi, sen uyuyordun. Yine gelebilir. O senin baban, ne olursa olsun o senin baban." diye ekledim.
O senin baban, demek zorunda kalmalıydım. Şu sıralar Melisa Zafer'i eskisi gibi sevmek zorundaydı.
Melisa sanki dilini yutmuştu, tek kelime etmiyordu. Bu sessizliği Sinan bozdu:
"Kalkın, sizi bir yere götüreceğim; özellikle de seni Melisa..."
Sinan "Melisa" demişti ve bu kelimeye de vurgu yapmıştı. Bunu özellikle yaptığı belliydi.
Bizi nereye götürdüğü hakkında ise bir fikrim vardı. Eğer düşündüğüm yer ise, bu, Melisa için iyi olabilirdi.
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...