Altı Ay Sonra..
Ben demir parmaklıkların bir tarafında; o ise diğer tarafındaydı. Yıllardır bu manzaranın hayalini kuruyordum. Kalbimdeki, dinmeyeceğini bildiğim acı olmasa, çok mutlu olacaktım.
''Neden geldin buraya?'' diye sordu. Gözleriyle öfke saçıyordu.
''Seni görmek istedim. Daha doğrusu, çaresizliğini görmek istedim Zafer Hazar. On dakika konuşabileceğiz sadece ama savcıdan bu on dakika için izin alana kadar canım çıktı.. "
''Yedi yıl boyunca sahte kimlik kullandığını gardiyanlardan birine anlatsam; o da gider savcıya anlatır. Benimle aynı duruma düşersin. Sen de çaresiz kalırsın.''
''Umrumda bile değil. Ben zaten çaresizim. İki evladımı kaybettim; biri senin de canından, kanından bir parçaydı. Senin gibi bir evlat katiline yirmi yıl az bile. Yirmi yıla çıkmazsın bile belki. Acı çekerek, kıvranarak ölürsün inşallah.''
''Bitti Tuğçe Kaya.. Herkes hak ettiği duruma düştü.. Oyun bitti..''
''Bitti..'' diye karşılık verdiğimde, biraz ötede bekleyen gardiyanın sesini duyduk:
''Süre doldu!''
Son kez Zafer'e baktım. O da bana son kez baktı ama son kez baktığını bilmiyordu. Arkamı döndüm ve yürümeye başladım.
''Defne!''
Zafer'in seslenmesiyle, durdum. Bu kez 'Defne' demişti.
''Keşke... Keşke gerçek bir aile olsaydık..'' dedi tutuk bir sesle.
''Öyle bir şey olamazdı Zafer. Ben seni sevemezdim..'' dedim ve oradan uzaklaştım. Hiç arkama bakmamıştım. Bakmak da istemiyordum. Gözlerim doluydu. Ağlamak istiyordum.
Bitmişti işte. Sonu gelmişti. Keşke iyi bitseydi. Buradan kucağımda Umut, yanımda da Melisa ile birlikte çıkabilirdim. Ama, olmadı. Zafer buna engel oldu. Kıydı onlara.
Hapishanenin dışına çıktım. Yağmur yağıyordu. Altı ay öncesine kadar, yağmuru çok severdim. Hayattaki hiçbir şeyden tat almamaya başladığım o gün, yağmuru da sevmemeye başlamıştım.
Arabama bindim ve yola koyuldum. Birkaç dakika sonra mezarlıktaydım.
Murat'ın, Melisa'nın ve Umut'un mezarlarının yanına geldim. Murat'ın yanında Melisa; Melisa'nın yanında da Umut yatıyordu. Bu günleri de mi görecektim? Hayatta en değer verdiğim üç insan, kara toprağın altında yatıyordu.
Başımı soğuk toprağa yasladım.
''Kızım...'' diyebildim. Başka bir şey diyemedim. Çünkü, tamamen masum olmadığımı biliyordum. Benim de hatam vardı. Zafer'in hayatına girdiğim için ölmüştü çocuklarım.
Başımı Melisa'nın mezarından kaldırıp, Umut'un mezarına yasladım. Ağlıyordum. Canım yanıyordu. Kalbime bir bıçak saplıyorlardı sanki.
Murat'ın mezarına bakarken, dilimden birkaç cümle döküldü:
''Sana bir şey söylemeye yüzüm yok ama yine de affet beni.. Artık gidiyorum buralardan.. Bir daha gelir miyim; bilmiyorum..''
Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı elimle sildim. Yapacak bir şeyim kalmamıştı. Üçünden de utanıyordum zaten. Onlara layık olamamıştım. Özellikle Melisa'ya karşı çok mahçuptum. Zavallı kızım benim; annesi yüzünden hayatı mahvolmuştu; ölmüştü.
Ağlamam geçince, gitmeye karar verdim. Son kez baktım üçüne. Tutuk bir sesle "Huzur içinde yatın.." diyebildim sadece.
Ben asla huzurlu olamayacaktım; onların huzurlu olmalarını istiyordum.
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...