Uçaktan indiğimde bir umudun peşinden geldiğim bu şehrin havasını ilk soluyuşumda kendimi biraz tuhaf hissetmiştim. Evet, Adana'daydım. Ömür boyu kalmayacaktım bu şehirde. Bir gün dönecektim. Hayatın ne kadar garip olduğunu bir kez daha anladım. Bu şehirden ayrılırken ya yalnız olacaktım, ya da yanımda Tuna olacaktı. Ya mutsuzluktan ağlayarak dönecektim; ya da mutluluktan ağlayarak... Bu şehirden yalnız ayrılmak istemiyordum. Bu uçağa onunla birlikte binmek istiyordum.
Ağır adımlarla yürümeye başladım. Havalimanının dışında bir taksi çevirip şehir merkezine gittim.
Uçağa binmeden önce Selim bana birkaç adresi mesaj atmıştı. Sağ olsun, bu konuda en çok onun yardımı dokunmuştu bana.
İlk adrese gittim. Bir kahvehaneydi burası. Herhalde buradaki insanlara soracaktım Abdullah'ı.
"Selamın aleyküm." diyerek içeri girdim. Sanırım oradaki adamlara göre fazla spor giyinmiştim ki hepsi beni baştan aşağı süzmüşlerdi.
"Ben Abdullah'ı arıyorum. Esra diye bir de yardımcısı varmış. Bir iş için lazım da..." dedim.
Hiçbiri onları tanımıyordu. İyi günler, diyerek çıktım kahvehaneden.
Hava çok sıcaktı. Soğuk bir şeyler içmek için çay bahçesi gibi bir yere oturdum. Buz gibi bir portakal suyu içtim. İçimdeki stresi yok etmese de biraz olsun beni rahatlatmıştı.
Gitmem gereken diğer adresleri inceledim. Doğal olarak, hiçbirini bilmiyordum. Taksiyle gidecektim gideceğim her yere.
Çay bahçesinden kalktım ve bir taksiye bindim. Taksiciye adresi verdim, beni götürdü.
Burası da bir kahvehaneye benziyordu. İçeriye girdiğimde yine aynı sohbet döndü. Ve, yine bir cevap alamamıştım.
Abdullah ile Esra'ya ulaşabileceğim adreslerden bir şey çıkmıyordu. Umutsuzluğa kapılmıştım. Telefonum çaldı. Arayan Simge'ydi.
"Alo, Sertan?"
"Maalesef, henüz bir gelişme yok."
"Of ya, kaç yere baktın?"
"İki. Bakacağım dört yer kaldı. Eğer hiçbirinden bir şey çıkmazsa sokak sokak arayacağım."
"Tamam, bizi de haberdar et."
"Ederim, görüşürüz."
Telefonu kapattım. Sokaklarda yürümeye başladım. Nedense, biraz yürümek zorunda hissetmiştim kendimi.
Şehrin merkezindeki ırmağın yanında yürümeye başladım. Zihnim o kadar meşguldü ki o ırmağın Ceyhan mı Seyhan mı olduğunu hatırlayamıyordum.
Kalabalığın ortasında ilerliyordum.
Yaklaşık elli metre ötede bir kız gördüm. Oldukça bol gibi gözüken uzun bir etek ve askılı, beyaz bir bluz vardı üzerinde. Saçları Tuna'nınkinden daha uzundu. Bana arkası dönüktü, zıt yöne doğru yürüyordu. Onun Tuna olduğuna ihtimal vermemiştim ama yine de içime bir kurt düşmüştü. Kalabalığı yararak hızlı adımlarla kıza doğru yürümeye başladım. Aramızda birkaç adım kalmışken o kızın Tuna olmama ihtimaline rağmen koştum ve onun kolundan tuttum. Kendime doğru çevirdim...
Ezgi'nin gözünden...
Bir anda kolumdan tutup beni çeviren kişinin kim olduğunu görmek için onun yüzüne baktığımda hayatımın şokunu yaşamıştım.
Kekeleyerek "Abi?" diyebildim. Abim de şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Ezgi?" dedi hayretle. "Sen...Senin ne işin var burada?" diye eklediğinde kan beynime sıçramıştı.
"Ne işim mi var? Hobi olarak dilencilik yapıyorum, bazen de hırsızlık..." diye bağırdım.
Abimin gözleri dolmuştu. Bana sımsıkı sarıldı ama ben onu geri ittim.
"Abi, bak işte ve gör! Yıllardır ben buradayım, bu haldeyim."
"Ezgi... Kardeşim... Kim yaptı bunu?"
"Sana ne? Seni ilgilendiriyor muyum?" diyerek arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Bir yandan da ağlıyordum. Yıllardır benim bu halde olduğuma inanmayıp bu duruma göz yuman abimi görmek garip gelmişti. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Anlam veremediğim, tanımlayamadığım duyguların esareti altındaydım.
Abim yine beni kolumdan tuttu.
"Ezgi, bir yerlerde oturup konuşalım."
"Hayır! Seninle konuşacak bir şeyim yok. Bırak beni de çöplüğüme döneyim ben. Kıymetli vaktini benim için harcama.."
"Asla, bundan sonra asla bırakmam seni. Benimle geleceksin." diyerek beni kolumdan tuttu ve sürüklemeye başladı. Nereye götürdüğünü bilmiyordum...
Birkaç dakika sonra bir banka oturduk. Kolumu sımsıkı tutmuştu, bırakmıyordu.
Hapishane gibi odada bizi esir tutan kadın da bizi karşıdan seyrediyordu. Tedirgin olduğu belliydi. Korkudan yanımıza da gelemiyordu.
"Ne zamandan beri bu haldesin?" diye sordu abim.
Sinsice gülümsedim ve "Senin bana inanmadığın günden beri..." dedim.
"Nerede tutuyorlar seni?"
"İğrenç bir yerde. Beni tutan kadın da karşıda, bizi seyrediyor."
Abim o tarafa baktı.
"Kadının ismi Esra mı?"
"İsmini bilmiyorum. Esra kim ki? Sen neden buradasın?"
"Ben sevgilimi arıyorum. Senin gibi kaçırılmış o da."
"Sevgilin? Kaçırıldı? Sen kardeşine inanma, elin kızını ara buralarda... Yazıklar olsun sana abi.."
"Ben... Ben senin ilgi çekmek için yaptığını zannettim.."
"Ben 26 yaşındayım abi, eskisi gibi mızmız, ilgi çekmek için çırpınan Ezgi değilim artık."
"Ne bileyim, bana imkansız geldi kaçırılmış olduğun. Yanına gelmemi istediğin için böyle bir yola başvurduğunu falan zannettim."
"İstedim abi. Ama, gelmedin. Kardeşinin sana en çok ihtiyacı olduğu zamanda sen onun yanında olmadın."
"Biliyorum. Affet beni. Tüm hatalarımı telafi etmeye hazırım. Tuna'yı da bulalım, üçümüz de İzmir'e gideceğiz."
Abime kızgın olsam da yaşadığım bu hayattan iyidir, dedim kendi kendime ve itiraz etmedim.
Birden dank etti ve "Tuna mı?" diye haykırdım.
Abim meraklı gözlerle bana bakıp "Tanıyor musun onu?" diye sordu. Heyecanlanmıştı.
"Benimle aynı odada kalan Tuna adında bir kız var. İzmirli."
"Soyadı Hazar mı?"
"Evet, o."
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...