Zafer, benimle bir haftadır konuşmuyordu. Tam bir hafta olmuştu. Böyle yaparak beni üzdüğünü, bana acı çektirdiğini zannediyordu. Benim ise umrumda değildi. Aksine, kocamın katilinin bana yakın olmasındansa, uzak olmasını tercih ederdim. En azından sinirlerim daha az bozuluyordu bu şekilde, daha az tiksiniyordum ondan.
Ben televizyon izlerken Zafer'in de karnı acıkmış, mutfakta bir şeyler yiyordu. Melisa da odasında oyun oynamaktan sıkılmış olacak ki salona geldi. Yanıma oturdu.
''Babam nerede?''
''Tıkınıyor.''
''Tıkınıyor mu?''
''Yemek yiyor yani.''
''Siz hiç konuşmuyor musunuz babamla?''
''Karı koca arasında arada bir olur öyle. Sen bunları kafana takma.''
''Ben çok sıkıldım. Keşke konuşuyor olsaydınız da bir yerlere gitseydik, gezseydik.''
''İlla onun da gelmesine gerek yok ki. İkimiz gezeriz, hatta daha güzel gezeriz.''
Hazırlandıktan sonra, bir yerlere gideceğimizi Zafer'e söylemesi için Melisa'yı onun yanına yolladım. Bir sorun çıkarmamış. Gidin, demiş. Herhalde izin verecekti. Zaten Melisa izin almak için değil, haber verek için gitmişti onun yanına.
Melisa ile birlikte evden çıktık. Ona Melisa diyememek o kadar zordu ki. Gençliğimden beri ileride bir kızım olursa ismini Melisa koyacağımı söylerdim hep. Dediğimi yapmıştım da. Ama, kader engel olmuştu ona ismiyle hitap etmeme. Ama bir gün o da olacaktı. Sadece ikimiz olacaktık; bir de bana her konuda destek olmuş en yakın arkadaşım Sinan... Gerisinin canı cehennemeydi.
Melisa'nın en sevdiği çocuk parkına gittik ilk önce. Salıncakta sallandı, kaydıraktan kaydı. Eğlendiği her halinden belli oluyordu.
Yorulunca yanıma geldi.
''Keşke babam da burada olsaydı.'' dedi. Gözlerimi devirdim.
''Keşke.'' dedim. O, babasının katilini kastetmişti; ben ise babasını...
''Şimdi ne yapalım?'' diye sordum.
''Karnım acıktı biraz.''
''Pastahaneye gidelim ve bir şeyler yiyelim, olur mu?''
''Olur.''
Pastahaneye gittik. Birer dilim çikolatalı pasta yedik ve meyve suyu içtik. Çikolatalı pastayı çok seviyordu; babası gibi...
Pastahaneden çıktığımızda havanın kararmak üzere olduğunu fark ettik. Arabaya bindik ve eve döndük.
Zafer, televizyon seyrederken uyuyakalmıştı. Bu, son zamanlarda alışkın olduğum bir durumdu.
''Sen odana çık, üzerini değiştir.'' dedim Melisa'ya. O, odasına çıkınca Zafer'e yanaştım ve onu dürttüm. Zafer uyandı ve ters ters bana baktı.
''Zafer, televizyonun karşısında uyumak, kalp hastası biri için tehlikeli.'' dedim.
''Çok mu düşünüyorsun sanki beni?''
''Düşünmüyor olsaydım uyandırmazdım, geberip giderdin belki de.''
''Madem beni çok düşünüyorsun, bana bu acıyı neden yaşattın?''
''Hangi acıyı?'' dedim bilmiyormuş gibi yaparak.
''Artık yalan söylemeyi kes Defne!''
''Bir şeyi çok merak ediyorum. Bana inanmamanı sağlayıp da onlara inanmanı sağlayan şey ne?''
''Yıllardır öldü diye bildiğim kızımın hayatta olması. Bu durum, Simge'nin söylediklerini büyük ölçüde doğruluyor.''
''Yeter ya! Ben bıktım senin çirkef kızlarından ve eski karından.''
''Hakaret etmeyi kes!''
''Kesmeyeceğim. Hepsi çirkef. Beni o kadar kıskanıyorlar ki, benden kurtulabilmek için o kadar çaresiz kaldılar ki, iftira atmayı denediler. Belki bu tutar, diye düşündüler. Acizler işte, basit insanlar.''
Sol yanağıma çarpan tokat, beni sarsmıştı. İstemsizce elimi yanağıma götürdüm. Zafer'in gözlerinin içine baktım. Bu kez içimden geçenleri içimde tutmadım, dışıma vurdum:
''Bunun bedelini ağır ödeyeceksin Zafer...'' diyerek hızlı adımlarla bahçeye çıktım. Biraz hava almam gerekiyordu.
YOU ARE READING
BÜYÜK SIRLAR
Teen Fiction"Sana söz veriyorum; beni tekrar içten bir şekilde gülümserken göreceksin." "Gerçekten mi?" Onun gözlerinin içine baktım. O da benimkilere bakıyor, bir cevap arıyordu. Yıllardır benim yüzümden çekmediği çile kalmamıştı. Doğruluğundan benim bile emin...