Gözlerini açtığında o iki hoplaşan cücenin yerine başka birilerini gördü. Hüso ve Yuki'ydi bunlar. İkisi de çıplaklardı ve terden nemlenmiş omuzları ve diğer yuvarlağımsı yerleri parlıyordu. Korkunç bir şekilde sırayla nefes alıp veriyorlardı. Biri nefes aldıktan sonra henüz vermeden öbürü nefes alıyor, nefes vermesinden sonra nefes veriyordu. Yani hiç durmadan nefes alış veya veriş sesi geliyordu. Nao'nun ne gördüğünü anlamışsınızdır. Nao yerde kıvranarak bağırmaya başladı. Gözlerinden yaşlar resmen musluktan su akıyor gibi boşalıyordu. Nao inleyerek, bozuk ince sesiyle bağırdı.
-Biliyordum, biliyordum! Bunlar oluyordu hep!! Tanışmadan önce de bunu yapıyorlardı! Başka türlü olamaz! Yüzüme gülüp arkamdan işler çevirdiklerini biliyordum!! Şu an da bunu yapıyorlar, ben burda aşağılanmışken, kendimi kaybetmişken bunu fırsat bilip yapıyorlar işte!
Nao öfkeyle ayağa kalkmaya çalıştı. Dizleri üstüne çıkıp tekrar onlara baktığında daha da bağlanmışlardı birbirlerine. Dehşet içinde midesi ağzına gelmişti. Yere düşüp içini boşaltmıştı. Bunu kendine yediremeyip tekrar ayağa kalkmaya çalışsa da eli kaymıştı ve midesinden çıkanların üstüne düşüvermişti. Hüzünle mırıldandı.
-Bak bakışlarımı bir çevirdim, ondan bile faydalandılar. Kör olasıcalar, birbirinize nasıl öyle bakarsınız?!
Nao umutsuzca sırt üstü yuvarlandı. Şimdi de tırnaklarını sonsuza dek kesmeye mahküm olmuş cüceyle karşılaşmıştı. O da ona artık cüce suretinde görünmemişti. Uzun kirpikli, parlak yeşil gözleri hüzünle uzaklara bakıyordu. Gün doğumu gibi turuncu olan saçları ve beyaz teni asil bir uyum içindeydi. Nar kırmızısı dudaklarının, dikkatle bakıldığında yavaşça oynadığını görebilmişti Nao. Bağırmak için, yakarmak için ayrılmaya çalışan dudakları her seferinde bundan vazgeçiyorlardı. İnce uzun parmaklarıyla zarif bir şekilde işiyle uğraşıyordu. Bu kız Nao'nun ta kendisiydi. Uzaklara kilitlenmiş gözlerinin nereye baktığı tartışılırdı. Ama o anda öfkeyle delirmiş Nao için o güzel yeşil gözler karşılarındaki adilere bakıyordu! Nao öfkeyle çığlık atmaya başladı. Ama bu sefer sanki rahatlamak için değil de boğazını parçalamak için bağırıyordu. Saatlerce yerlerde yuvarlandı. Kah ayağa kalkıp dakikalarca hareket etmeden yere bakıyordu, kah kendini yerlere atıp yakarışlarına devam ediyordu. Gücü bitene kadar devam etti bu. Yerde kendini paralamış bir şekilde yatarken önüne o yedinci cüce geldi. Nao yüz kaslarını oynatabilse umutsuzca gülümserdi. Yedi cüce vardı, ve de güzeller güzeli genç bir kız. Ama bu kız ne yazık ki Pamuk Prenses değildi. Uyumayan Pamuk Prenses mi olurdu? Belki de bu Pamuk Prenses uykuya değil de uykusuzluğa tutsak edilmişti, kim bilir? Ama prensi yoktu bu prensesin. Henüz. Belki çoktan geç kalmıştı, belki de şu an beyaz atına atlayıp gelmesinin zamanıydı. Yedinci cücenin olduğu yerden bir anda kör edici bir buhar çıktı. Bir çift bacak asilce Nao'ya yaklaşıyordu. Bacaklar o kadar güzellerdi ki her kadın öyle bacakları olmasını bir anlığına isterdi görselerdi. Hatları belirgin olsa da inceydiler. Öyle çubuk kraker gibi de değildiler. Sağlam ve sağlıklı ama bir o kadar da zarif gözüküyorlardı. Üste doğru biraz daha kalındılar ama dizinin altıyla çok orantılı bir kalınlıktı bu. Saçları bir örgü yapılmış kadının saçları beline kadar uzamıştı ve her adım attığında bir sarkaç gibi belinin bir sağına bir soluna geçiyordu. Nao bu kadını tanıyordu, onu buraya attıran sosyopat orospunun ta kendisiydi bu kadın. Nao'nun öfkelenecek enerjisi bile kalmamıştı bu zarif kadına. Kadın, Nao'ya yarım metre kala durmuştu. Nao'ya, Nao'nunkiler kadar güzel olmasın, güzel ellerinden birini yavaşça uzatmıştı. Nao içindeki sesi dinleyip henüz yüzüne bir ifade yansıtmıyordu. Uzatılan eli tuttu. El onu oturtacak kadar çekti ve sonra bıraktı. Nao tekrar içindeki sesi dinleyerek konuştu.
-Kimsiniz?
Bir şey onu böyle davranmaya zorlamıştı. İlk başta kulak asmasa da bu dürtü o kadar kuvvetliydi ki! Sanki onu kurtarmaya çalışıyordu. Evet, bu şey Nao'nun aklının sağlıklı durumdaki o yüzde birlik kısmıydı. Nao biraz sonra o kadının rahatlatıcı sesiyle söyleyeceklerini duyduktan sonra bu kısmını da kaybedecekti ne yazık ki. Kadın konuştu.
-Uyumak ister misin?
Beyaz atlı prens yerine beyaz tenli kraliçe gelmişti Pamuk Prenses'i kurtarmaya. Nao aklını tamamen kaybederek bu güzel, genç kraliçenin ayaklarına kapandı ve iç çekerek ağlamaya başladı.
-Evet, uyumak istiyorum. Lütfen kurtarın beni! Lütfen, her şeyi yaparım!
Kraliçe (Uni) rahatlatıcı sesinin tonunu bile değiştirmeden konuşmaya devam ediyordu.
-Her şeyi mi? Bedenini, aklını, ruhunu bize satar mısın? İstihbaratçı olarak çalışır mısın?
-Evet. Her şeyi! Kraliçem istesin her şeyi yaparım!!
Uni yere oturmuştu. Nao'yu bir bebek gibi koltuk altlarından kavrayıp kaldırdı. Başını alıp o yumuşacık, sıcak, pürüssüz bacaklarına koydu. Sanki gül kokulu bir beşiğe yatırılmıştı Nao. Uni her zamanki hüzünlü bakışlarıyla Nao'ya baktı ve yine sakince Nao'ya uyumadan önceki son sözleri söyledi.
-Uyuyun o zaman, küçük prenses.
Nao boynuna aldığı darbeyle bayılmıştı. Uni nedense neredeyse bir saat öyle oturmaya devam etmişti. Hüzünlü gözleriyle izliyordu, harap olmuş (harap ettiği) genç kızı. Saçındaki ve ellerindeki cam kırıklarını bile toplamıştı. Sonra onu uyuyan bir bebeğe annesinin yapacağı gibi yanağını kendi omzuna dayayıp onu götürdü kucağında taşıyarak. Nao'yu uyanınca neler bekliyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AdventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...