Sihirbaz Elise ve kardeşi Berman. Hüso'nun bu insanlarla tanışması tesadüf değildi. Elise bu günü iki senedir planlıyordu. Daha fazla uzatmadan bıraktığımız yere dönelim.
.......
-Zen, sen zepline dön. Kısa sürede dönerim.
Zen kentten satın aldıklarına baktı. Sonra kararını verdi. Kafasıyla onaylayıp zeplinin olduğu düzlüğe yöneldi. Elise, Zen daha yeni ayrılmaya başlamışken ona seslendi.
-İşimiz uzun sürecek. Bizi bulmak istiyorsanız ilerdeki kasabada ismimi sorun. Sizi bizim eve yönlendirirler.
Zen arkasına döndü.
-Hızlı bitirin. Yemeğe beklemem seni Hüso.
-Tamam tamam, sıkıntı yok. Biz senden iyi bakarız, prensime.
-Ne bok yersen ye.
Elise, Zen'e dilini çıkardı. Zen uzaklaşınca da köye yönelip bıdır bıdır konuşmaya başladı.
-Ne çekilmez arkadaşınız varmış prens. Biliyor musunuz, bu gün benim sayemde buradasınız. Hepsini planlamıştım. Bizim köyden kurtulmam için bana lazımsınız. Öyle bir plan yaptım ki duyunca aklınız başınızdan uçacak, neye uğradığınızı şaşıracaksınız.
Hüso, Zen'i düşününce bir sırıttı.
-Evet, arkadaşım biraz öfkelidir. Onu bırakalım, siz neden köyden kaçmak istiyorsunuz?
-Ahaha, bana böyle hitap etmeseniz de olur, prensim. Ben sadece bir köylü kızıyım.
Elise, Hüso'yu bir güzel inceledi.
-Peki benim size böyle prens falan dememe kızmıyor musunuz?
-Farketmez.
Dedi Hüso, sakin bir ifadeyle. Elise sırıttı.
-Yoksa hoşunuza mı gidiyor?
-Yok hayır. Farketmez. Adım, Hüso. Bana böyle seslensen de olur.
Hüso'nun sakinliği Elise'in kafasını karıştırmıştı. Onu garipsemişti ama göstermemeye çalışıyordu.
-Tamam, Hüso. Benimle gelin.
Elise hızla yel değirmeninin döndüğü köye yöneldi.
-Bobo hadi hadi, hızlı.
Hüso, Berman'ın yükünü görünce yardım teklif etti. Yükü bölüştüler. Birkaç dakika yürüdüler. Elise arkasına hiç bakmadan yürüyordu.
-Bizim köy güzel bir köydür aslında. Eskiden bu büyük yel değirmenini kurmuşlar. Ama yaşadıkları köy bu değirmene uzak kaldığından değirmenin etrafına köyümüzü kurmuşlar. Uzaktan böyle muhteşem görünür. Ah bu arada, bu değirmenin mimarı biraz deliymiş, hehe. Gitmiş bu çayırlardaki en yüksek yere yapmış. Beyaz mat bir taştan yapılmış, ismini bilmiyorum o taşın. Ama geceleri en parlak cisim oluyor o malzeme işte. O adamın bu tutkusu yüzünden köyü de tepeye doğru inşa etmişler. Bizim köyün toprakları tarıma elverişlidir ve köyde yapı olmayan neredeyse her yer çimenliktir. Evleri tahtadan yapmışlar. Köyden ilerisi ormandır. Ah, bir de her ev yuvarlaktır. Köşeli değil, böyle fıçı gibi bizim evler. Bir de çok alçak her ev. Tek katlı ama geniştir. Çünkü yel değirmeninin en yüksekte olması lazım. Neyse ki çok turistik değil bizim köy. Yoksa değirmenden uzun oteller yaparlardı yakınına, hehe. Bizim köyün insanı da çok...
Elise konuşmasına devam etti. Köye yaklaştıklarında arkasını ilk kez döndü.
-Ah, Bobo. Neden prense, işte Hüso'ya taşıtıyorsun bütün yükü.
Hüso gülümseyerek karşılık verdi.
-Sıkıntı yok. Ben istedim taşımak. Hem onun da yükü var hala.
-Ama olmaz.
-Yok, cidden sıkıntı yok.
Elise tekrar arkasını döndü.
-Of, aman be.
Dedi kısık sesle. Köye iyice yaklaştıklarında Elise, Hüso'nun elindeki sepetten bir kıyafet aldı ve kafasındaki büyük cadı şapkasını sepete sokuşturdu. Sanki bu işte ustaymış gibi elbiseyi hızlıca üzerindeki siyah elbisenin altına giydi. Sonra siyah elbiseyi çıkarıp sepete koydu. Sonra saçlarını kabaca, zaten mevcut olan örgüyle birlikte, uçlarından ördü ve omzundan aşağı saldı. Hepsini konuşurken ve yürürken yapıyordu. İşte şimdi bir sihirbaz değil, normal bir köylü kızı olmuştu.
-Bu elbiseyi giyince kızıyorlar da. Çok açık saçıkmış. Ama daha çok saçlarımın bu kadar dağınık olmasına kızıyorlar, hehe.
Hüso hiçbir şey demeden dinliyordu. Gerçekten merak ediyordu ne olacağını. Köye varmışlardı. Girişteki adam, güvenlik klübesi koca bir fıçı gibiydi, Hüso'yu görünce işine bir anlığına dikkatini verdi. Sonra kardeşleri görünce rahatına baktı. Elise'in evine varmaları uzun sürmemişti. Annesi çamaşır asıyordu. Tombul yanaklı kadın çocuklarının getirdiği bu kadar sepet yemeği görünce şaşırmıştı.
-Ah ne kadar çok hediye almışsın, Bobo! Ne kadar çok seviyorlar senin darbuka çalışını böyle.
Elise kardeşiyle gurur duyarak annesine cevap verdi.
-Evet. Hatta onun sayesinde ekmekleri hemen sattık. Saatlerdir darbuka çalıyor. Gençler, çocuklar onun ritmine dans ediyor.
-Evet, cadıcığım benim. Sen paralarlı falan içeri bırak.
Hüso aralarında hiç farkedilmiyordu. Fakat eninde sonunda farkedileceği vakit gelmişti. Anne bir güzel Hüso'yu süzdü.
-Bu beyefendi de kim. Hangi şehirden geldiniz?
Hüso ağzını açamadan Elise onun yerine cevap verdi.
-Hee o mu, o bugün işimizi hızlı bitirmemizin nedenidir. Bobo'nun şarkısına eşlik etti.
Anne birden telaşlanır gibi oldu.
-E paradan payını verdiniz mi?
Elise tam cevap verecekken bu sefer de Hüso onu durdurdu. Sakince gülümseyerek hafif başını eğdi.
-Efendim, ben sadece sevdiğim için şarkı söylerim. Oğlunuzun darbukası beni çok etkiledi. Kendimi ona eşlik etmekten alamadım. Paraya gerek yok.
Elise, Hüso'dan etkilenmişti. "İşte benim prensim! Sizinle çok eğleneceğiz." Elise'in bu büyük planı neydi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
AdventureBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...