Sato, Kagura'yı kucağına almış zıplaya zıplaya şehirden kaçmaya çalışıyordu. Sato havadayken bir kahkaha attı.
-Deli manyak, beni bile korkuttun! Adın ne senin?
Kagura ilk defa Mahmut'un ekibi dışında birinin ilgisini çekmişti. Bir garip hissediyordu bu yüzden. Hayatında hiç bu kadad heyecanlanmamıştı. Sato'nun boynuna sıkıca sarıldı ve kulağına adını fısıldadı.
-Kagura.
İzlediği filmlerdeki kadınlar böyle davranınca erkekler komik oluyorlardı bir anda. Sato bir binanın üstüne basıp zıplayacaktı, Kagura az önce yaptığını yaptığında. Ve Sato'nun bile ayağını kaydırmıştı. Zaten o kadar manyak bir kızdı ki Sato'nun aklını ilk andan beri karıştırmaya başlamıştı. Sato sırt üstü yere düştü. Bina çok büyük olduğu için çatısı da bir o kadar genişti. Kagura rahatlıkla bu düşüşten kurtulabilirdi fakat, bu onu kaçıran adamla çok eğlenebileceğini düşünüyordu. O da Sato'yla birlikte düşmüştü.
-Ah, kafam acıyor.
Kagura elleriyle Sato'nun başının yanındaki yerlerden güç alıp göğsünü Sato'nunkinden ayırdı. Uzun sarı saçları omuzlarından sarkıyordu. Kagura Sato'nun karnı üstünde yarı oturur şekilde dururken Sato gözlerini açtı. Kagura sanki merakla onun ne diyeceğini bekliyor gibiydi. Yavaşça nefes alıyordu. Sato gözlerini açınca gülümsedi, onun tekrar utanıp komik duruma düşmesini istiyordu. Fakat Sato da gülümsemişti.
-Benim kadınım ol, Kagura. Hayatımda hiçbir kadın ben böyle komik durumlara sokamamıştı.
Sato'nun bu tepkisi Kagura'nın aklını karıştırmış yüzündeki gülümsemeyi silmişti. Ne diyeceğini bilemiyordu artık. Sato kucağında Kagura varken doğruldu. Sonra onu sırt üstü yere yatırıp üstüne çıktı. Az öncekinin tam tersi pozisyondalardı.
-Hiçbir kadın böyle aklımı başımdan almamıştı.
Sato kulağına eğildi onun, fısıldadı.
-Seni paramparça edeceğim, Kagura...
Sato'nun eli sımsıcaktı. Kagura'nın bacağından yavaşça yukarı çıkıyordu. Kagura bacaklarını birbirine yaklaştırıp yana çekti. Delirecek gibi hissediyordu. İçinde anlam veremediği bir his vardı. Böyle hayvani bir duyguydu bu. Kuyruğunu bacaklarına sürtmeye başlamıştı heyecanla. Sato'nun ona daha fazla yaklaşmasını istiyor, daha sert dokunmasını istiyordu. Bu his onu çok eğlendirmişti. Bir kahkaha attı.
-Seni canavar.
Kagura, Sato'nun sırtına tırnaklarını geçirdi. O kadar sert geçirmişti ki Sato'nun beyaz sırtından yavaşça kanlar akmaya başlamıştı. Sato'yu sertçe kendine bastırdı. Onun ağırlığı altında sıkışmak istiyordu. Sato onun sert nefesini duyabiliyordu. Kagura sanki onun omzunu yemek istiyormuş gibi ısırdı. Diliyle ıslatmaya başlamıştı. Tüm beyni uyuşmuş gibiydi. Bacaklarından akan teri birbirlerine sürtüp yaymaya başladı. Yoksa ter değil miydi bu? Sato ise bir o kadar aklını kaçırmıştı. Sırtı ve omzu acıyordu ama hiç hayatında bu kadar mutlu hissetmemişti. Elini sertçe Kagura'nın bacaklarının arasına soktu. Kagura'nın gözleri bir anda kocaman açıldı. Ağzını Sato'nun omzundan ayırdı, çünkü nefesi kesilmişti bir an.
-Ah!
Ağzından kesik bir nefes aldı. Pembe dudaklarının kenarından salyalar akmaya başlamıştı. Bir anda hiç hissetmediği bir duygu hissedip şiddetle titremeye başladı. Gözü kararmıştı, hiçbir şey duyamamıştı saniyeler boyunca. Kalbi durmuştu sanki, boğuluyor gibi hissetti. Sato'nun elini bacakları arasında sıkıştırıp kıracaktı az kalsın. Aklı başına biraz gelir gibi olduğunda gözünden akan yaşları sildi elinin kenarıyla. Sonra Sato'nun boynuna sıkıca sarılıp kendine daha şiddetli çekmeye başladı. Sato boynu kırılmasın diye dirseklerini kızın omuz hizasına getirip yerden destek aldı. Kagura nefes nefese bir soru sordu.
-Adın... adını (nefes) söyle.
Kagura'nın kulağına fısıldadı.
-Sato.
Kagura sırıttı.
-Beni hiç bırakma, Sato.
Sato hiç kendinden beklenmeyecek bir kararlılıkla Kagura'nın üstünden kalktı. Orada kendisinin ve Kagura'nın tüm gücü tükenene kadar kalabilirdi ama...
-Burada olmaz kadın. Başka bir yere gideceğiz.
Kagura sinirlenmişti. Onu tekrar kendine çekmeye çalıştı.
-Gitme, parçala beni.
Sato burada sert zeminde bir şey yapmak istemiyordu. Kagura'nın bileğini büküp kendini onun ellerinden kurtardı. Kagura bir çığlık attı, kolu az kalsın kırılıyordu. Sato o bağırınca daha da tahrik olmuştu. Belki burada başlayabilirlerdi... Ama tam o anda Kagura'nın aklı başına geldi. Üzgünce kaşlarını çattı.
-Sato, Sato mu dedin?
Bu "düşman" ismiydi. Hüso'nun tayfasındaki biriydi bu. Ama nasıl olur, sonunda ruh eşini bulduktan sonra, sonunda o -büyük ihtimalle- gerçek aşk denilen şeyi bulduktan sonra... Neden bu başına gelmişti ki? Kagura bileğini Sato'nun elinden kurtardı. Onu bir tekmeyle üstünden attı. Sato bu sefer bir haz duymamıştı bu acıdan. O da kaşlarını çattı. Düştüğü yerden ayağa kalktı. Kagura'nın eline hiçliğin içinden simsiyah, upuzun bir katana (oodachi) geldi. O kılıçtan destek alarak ayağa kalktı. Henüz bacaklarını yeni hissetmeye başlamıştı çünkü. Sato, Kagura'nın bu acınası bulduğu halini görünce sırıttı.
-Manyak karı, ben aradığın Sato değilim. Bunu hiç düşünmedin mi?
Kagura siyah enerjiyle kaplı kılıcını kınından çıkarmadan Sato'ya doğrulttu. Yüzünde gerçekten bu yaptığı işi istemeden yapıyormuşcasına bir ifade vardı. Böyle olması onu umutsuzluğa sürüklemişti. Asla mutlu olamayacağını düşünüyordu artık hayatta.
-Sus! Osun sen işte. Açık mavi saçlar, parlak sarı gözler... O Sato'sun, Hüso'nun arkadaşı.
-Haha, o bok böceği benim arkadaşım değil.
Kagura bir anda Hüso'nun düşmanı olabileceğini düşünüp umutlandı. Sonra tekrar kaşlarını çattı.
-Sus!! Seni paramparça edeceğim, Sato!
"Bunu bana nasıl yaptın? Gerizekalı bir kızım ben, kendimi dünyevi zevklere kaptırdım... Kimse asla beni güzel bulmayacaktı zaten, beğenmeyecekti. Çünkü ben, ben bir canavarım." Kagura'nın aklına doğduğu o laboratuvar geldi. Mahmut'un emri üzerine Sidartra ve DaTa onu kurtarmaya gelmişlerdi. Asla o sokakta, parklarda gördüğü genç kadınlar gibi bir hayatı olamayacaktı. Onlar insan olarak doğmuştu, Kagura ise bir canavar olarak yaratılmıştı... "Beni kandırdın, Sato. Beni paramparça ettin... Benimle nasıl bu şekilde alay edebildin? Sato... Sato, Sato. Sato!" Kagura öfkeye bıraktı kendini. Sato'nun yüzündeki o gülümsemeyi yok edecekti, onu paramparça edecekti! Kılıcındaki siyah enerji onu ele geçirdi. Birden tüm teni bembeyaz oldu. Gözleri ve saçları simsiyah oldular. Saçları iyice uzadı, yere rahatça sürülecek kadar. Kıyafeti de simsiyah oldu sonra. Sekiz tane daha kuyruk uzadı diğer kuyruğunun yanından. Kagura elini Sato'ya doğru savurdu. Kara enerji onu alıp bir anda şehrin dışındaki koruya kadar fırlattı. Kagura da peşindeydi. Kara bulutlar onu takip ediyorlardı.
........
Sato ormanlık alanda bekliyordu Kagura'yı. Hala sırıtıyordu.
-Dayak istiyorsun herhalde, kadınım.
-Sus dedim! Bana öyle deme!!
Kagura kılıcını kınından çıkardı. Altın rengi parlıyordu! Bunun tek açıklaması olabilirdi, o bir tanrı kılıcıydı. Kagura gözlerin göremeyeceği bir hızda kılıcı savurdu. Altın rengi enerji ve siyah enerji aynı anda yüksek hızda Sato'ya fırladı. Kagura kendinden emindi, Sato'yu öldürecekti. Bunu anlamıştı Sato. Artık onu bir şekilde etkisiz hale getirmesi gerekiyordu, daha doğrusu onu sakinleştirmeliydi. Çünkü Kagura'yı karısı yapmakta kararlıydı. Hatta hayatında en kararlı olduğu şey buydu. Sato yüzünde gülümsemesiyle Kagura'nın onu hızlıca öldürmek isteyen saldırılarına karşılık verdi ve onları etkisiz hale getirdi. Onun da mavi alevleri arasından yükselen altın rengi alevler vardı, bu Susanoo'nun altın alevleriydi. Bu alevlerin arasında Sato'nun özel tanrısal kılıcı da vardı.
-Evet, beni her zaman heyecanlandırıyorsun kadın...
-Sus, dedim! Sus, sus, sus!!
Kagura bir anda arkasında siyah izler bırakarak Sato'yu doğrudan kesmeye çalıştı. Fakat Sato kendinden emin bir şekilde onun, sadece ve sadece hayati bölgelerine saldıran kılıcı o devasa altın kılıcıyla engelliyordu. Kagura'nın aceleci bir tavrı vardı ve Sato bunu anlamıştı.
-Beni öldürmek istemiyorsun sen.
Konuşunca bir an afallamıştı Kagura. Sato onun iki kolundan sıkıca tuttu.
-Hızlıca her şey bitsin mi istiyorsun? Bitmeyecek, sen benim karım olacaksın. Ve her gece altını üstüne getireceğim senin!
-Kapa çeneni artık!
Sato onu bileklerinden çekerek etraftaki en büyük ağaca yapıştırdı. İki kolunu da bir eline alıp diğer eliyle Kagura'nın çenesinden tuttu.
-Neden bu öfken? Beni istemiyorsan söyle. Az önce "beni bırakma" diyordun. Bırakmamı istiyorsan söyle. He? Cevap ver.
Sato kızın suratına çok yakındı artık. Kagura artık dayanamayıp gözlerini kapadı. Yüzünü yana çevirdi. O cevap vermeyince de Sato yanağını yaladı. Gıdıklanınca gülümser gibi oldu bir ama sonra tekrar Sato'nun düşman olduğunu hatırlattı kendine.
-Bırak beni!
Sato elini Kagura'nın çenesinden çekip kıyafetinin içine soktu. Sol göğsünü okşamaya başladı.
-Bırakmamı istesen beni binlerce kez öldürebilirdin, Kagura. Bak iki elim de kilitli.
İşaret parmağıyla sol göğsüne bastırdı.
-Buranı dinle, Kagura.
Kagura gülümsemesine engel olamıyordu.
-Bırak, gıdıklanıyorum.
Sato kıkırdadı.
-Eğer böyle gülümsemeye devam edeceksen seni durmadan gıdıklayacağım. Hadi, hadi, hadi!
Sato elini hızla Kagura'nın olur olmadık yerlerine götürüp sürtüyordu. Kagura kahkahalar atmaya başlamıştı. Tekrar saçları kısaldı ve sarı oldular. Sato durdu.
-Güzel mi? Bak ne kadar mutlu oldun.
Kagura'nın kahkahası kesildi. Ama hala gülümsüyordu.
-Kes sesini, bok böceği. Seni öldüreceğim.
Sato "bok böceği" lafını duyunca daha da bir bağlanmıştı Kagura'ya. Boynunu sertçe öptü. Kagura bir huylandı, sonra kendini Sato'ya bıraktı tekrar. Sato daha sonra onun kulağına fısıldadı.
-Sen beni öldüremezsin, aptal karı.
-Öldüreceğim işte, göreceksin.
-Neden ağlıyorsun o zaman? Öldüreceksen öldür, saatlerdir bekliyorum.
Kagura gözlerinden süzülen yaşları yeni farketti. Hiçbir zaman, hiçbir zaman Sato'yu öldürmek istememişti. Fakat öldürmek zorundaydı, çünkü o düşmandı. Aynı zamanda onu kandırıyordu. Onun duygularıyla oynayıp kendisini kurtaracaktı, çünkü Sato güçsüzdü ve bunu biliyordu. Kagura bu düşüncelerle Sato'ya baktı. Hala gülümsüyordu.
-Bana yalan söyledin, Sato. Güçsüz olduğun için kendini kurtarmaya çalışıyorsun. Ucuz numaralar bunlar. Benim gibi bir kıza işlemez. Ben senden daha güçlüyüm.
Sato pis pis sırıtarak dinledi. Sonra elini Kagura'nın bacaklarının arasına götürdü. Kagura'nın bir anda nefesi kesildi. Gözlerini kocaman açtı.
-Ha-
-Ne diyordun, Kagura?
Birden sıcak hissetmeye başladı. Ağzından salyası akıyordu. Cidden Sato'yu öldürmek istemiyordu, karar vermişti. Ne olursa olsundu artık. Sato kahkahalarla güldü.
-Sen mi benden daha güçlüsün? Salak. Bak hala kurtulamadın elimden. Sakın "istesem kurtulabilirdim" deme.
Kagura da bunun üstüne kıkırdadı. Kollarını Sato'nun elinden kurtarıp yere düşürdü onu da kendisiyle birlikte. Sato'nun tam belinin altına oturdu. İşaret parmağını hafifçe onun göğsüne koydu, sonra yavaşça aşağılara, kendine doğru sürüklemeye başladı.
-Tamam, artık ne olursa olsun. Kabul ediyorum, seni öldüremem ben. Senin kadının olacağım.
Kagura'nın eli konuşmasını bitirdiğinde Sato'nun bacak arasına yani onun oturduğu yere ulaşmıştı. Sato bir an kasıldı, sonra tekrar rahat durdu. Kagura çok sert dokunuyordu. Konuşmasına devam etti.
-Kadının olacağım ama dediklerinin doğru olduğunu kanıtlayacaksın. Benden daha güçlü olduğunu.
Kagura'nın dişleri biraz uzayıp keskinleşmişti. Sato'nun omzunu bu sefer canını acıtmak için sertçe ısırdı. Sato son anda Kagura'nın ısıracağı yeri mavi alevleriyle yakmıştı. İkisi de dayanılamaz bir acı hissetti ama Sato hiçbir hasar almamıştı. Kagura acıyla kıvranarak Sato'nun üstünden kalktı. Acıya rağmen ikisinin de yüzünde gülümseme vardı. Kagura tekrar o kara enerjili formuna girdi, Sato da tanrı kılıcını çıkardı.
-Tek gücün hızlı olman. Aciz.
-Öyle mi, Sato? Senin hiçbir özelliğin yok o zaman, bu büyük kılıcından başka.
-Başka büyük bir şeyim de var.
Kagura hızla Sato'yu kesmeye çalıştı fakat Sato altın alevlerle sarmaladığı büyük kılıcıyla onu engelledi. En sonunda Sato'nun kılıcı da kesilmişti. Sato ne olduğunu anlayamadan vücudunda yaralar çıkmaya başlamıştı. Mavi alevlerle kapladı vücudunu ama onlar bir vakte kadar tutabilirdi vücudunu. Sato son çare olarak altın rengi alevlerle bir patlama yaratıp Kagura ve kendisi arasındaki mesafeyi açtı. Kagura elini ağzına götürüp kıkırdadı.
-Pardon hayatım, elim kaydı.
Sato kanlar içinde yere düşmüştü. Asla bu kadar şiddetli acı hissetmemişti hayatında. Herhalde tüm ilklerini bu kızla yaşayacaktı. Yattığı yerden zorla ayağa kalktı. Kagura ona doğru asilce yürüyordu.
-Kabul et artık. İnat etme, senden daha güçlüyüm.
Sato kahkahalarla saniyelerce güldü.
-Benim içimdeki tanrı, Susanoo. Onun alevleriyle dövdüm bu kılıçlarımı. Ama bilmediğin bir şey var, güzellik. İçimdeki diğer tanrı...
Sato'nun arkasında altın alevlerden bir güneş oluşmuştu. Yavaşça doğuyordu!
-O güneşle birlikte her sabah tekrar doğar... Agni!
Altından güneş Sato'nun önüne gelene (batana) kadar onun tüm yaraları iyileşmişti bile. Bu onun yirmi dört saatte bir kullanabildiği Tanrı Agni'nin gücüydü. Her gün yeniden doğmuş gibi sağlıklı olabilmesini sağlardı. Kagura'nın yüzündeki ifade değişmemişti.
-Sen ne kadar yeniden doğarsan doğ, seni hep keseceğim, paramparça edeceğim, altını üstüne getireceğim!
Sato'nun üstüne tekrar saldırdı. Gerçekten çok güçlüydü. Sato ondan kaçsa bile kılıçtan sonra gelen rüzgar ona hasar veriyordu. Kagura'nın verdiği veya Kagura'nın yüzünden hissettiği acı ona zevk veriyordu artık. Kendini mavi alevlerle kapladı! Acısı onun gözlerini kan çanağına döndürmüştü. Bu kadar büyük bir acı katlanılamazdı. Kagura bile onu ısırıp ağzı yanınca bunu hissetmişti. Sato kendisini Kagura'nın kılıcına karşı bu yolla koruyunca afalladı. Sato güldü.
-Çok güzelsin. Hatta böyle şaşırınca.
Kagura'nın saçları ve gözleri bir anda normale döndü. "Güzel" kimse daha önce ona bu kelimeyi yakıştırmamıştı. Güzel olmadığından değil ama. Kimsenin ne aklına gelmişti ne de cesaretini toplayıp böyle bir şey söyleyebilmişti. Kagura dondu kaldı. Laboratuvardan kaçtıktan sonra bile aklında merak ettiği bir şey vardı. "Güzel" miydi?
-Gerçekten mi?
Sato ona yaklaştı. Dudaklarını öpmeye başladı. Neredeyse bir dakika öpüştükten sonra dudaklarını ayırdılar.
-Ben güzel miyim?
-Hiç aynaya bakmadın mı?
-Söyle!
Sato güldü. Kagura sinirlenmişti ama gülümsedi.
-Söylemezsen seni keserim. Hehe.
Sato, Kagura'nın kılıcını mavi alevleriyle kapladığı eliyle tuttu. Sonra o mavi alevleri Susanoo'nun altın alevleriyle kapladı.
-Bu artık benim kılıcım. Beni kesemeyeceksin artık. Güzel kız...
Kagura'nın gözünden yaş gelmişti sevinçten. Güzel demişti ona. Sato, Kagura'yı kucağına aldı.
-Akşam oldu artık. Seni dağıtma vakti, sabahlara kadar.
Kagura gülümsedi.
-Hayvan. Ben seni dağıtacağım asıl.
.......
Bütün gece durmadan sevişmişlerdi. Güneş doğarken Sato'nun enerjisi de bitmişti. Ama hala devam ediyordu.
-Manyak karı, öldürdün beni.
-Sadece konuşuyorsun. Gel hadi, daha bitmedi.
-Beni gaza getirme.
Kagura güldü.
.......
Öğleden sonraya kadar devam ettiler. Kagura acıkınca durup yemek yemeleri gerekti. İlk yandaki gölette kendilerini temizlediler, sonra giyindiler. Sato'nun üstü olmadığı için çok dikkat çekeceklerdi. Bu yüzden Kagura ona haorisini vermeyi teklif etti, zaten yukata ona yetiyordu. Sato giyinirken çekindi. Çiçek işlemeli olsa bile çok sırıtmamıştı üzerinde. Kagura güldü.
-Yakıştı sana.
-Yapma be.
.......
Çok mutlulardı birlikte. Asla ayrılmak istemiyorlardı ikisi de. Fakat ormanda bitecekti bu aşk.
.......
-Üzülme, Sato... Aşkım. Ben senin sayende en güzel şeyleri yaşadım. Tüm hayallerim gerçekleşti.
-Saçmalama, daha hiçbir şey yapmadık!
-Benim gibi bir canavar bundan daha fazlasını hak etmiyor zaten. Duydun, ben bozuk bir kopyayım sadece. Benden bu kadar, senin yaşamanı istiyorum.
Kagura son nefesini aldı. Gözlerindeki yaşlar Sato'nun yanaklarından aşağı süzüldü. Sonra Sato'nun kendi gözyaşlarıyla karışıp toprağa düştüler. Kagura'nın cansız bedeni kiraz çiçeklerine dönüşüp rüzgara karıştı, bir kara kılıç bıraktı geride sadece... Sato hissizce yere bakıyordu. Beyni durmuştu bir anda. Öfkeli konuşan kadın Sato'nun karşısındaki kırmızı takım elbiseli adamın yanına gitti.
-Bunu da öldürelim mi, Kızıl Monarch?
Kızıl Monarch gülümsedi.
-Hayır. Nargile, Shisha, Tobacco ve Uni. Siz kendi üssünüze gidin. Bu adamın işini ben bitireceğim.
.......
Uni, Tobacco, Nargile ve Shisha gittiler. Kızıl Monarch bakışları yere kitlenmiş Sato'nun saçlarından tuttu, gülümsedi.
-Artık sırrımızı biliyorsun, Sato. Beni ilk gördüğün andan beri bir düşmanlık besliyordun bana, onu da ben biliyorum. Merak etme, artık Hüso ve diğer arkadaşlarının arkasından istihbaratı göndermeyeceğim. Bir ekibimizi tamamen imha ettiniz zaten. Yeni model "Kagura" prototipimiz de yine sizin yüzünüzden iptal edildi. Eğer siz olmasaydınız o Mahmut denilen adam projeme burnunu sokmayacak ve o şeyi laboratuvardan çıkarmayacaktı.
Sato ölmüştü artık. Sadece Kızıl Monarch'ın dediklerini duyup hafızasına kazıyabilecek kadar yaşıyordu. Devam etti, kırmızı takım elbiseli adam...
-İstihbarat Kagura'yla yenilmez olacaktı. Neyse reçetesi bizde nasıl olsa... Seni öldürmeyeceğim Sato. Git arkadaşlarına anlat. Diğer Nargile'lere, diğer Shisha'lara, diğer Tobacco'lara ve diğer Uni'lere hiç karışmasınlar yeter. Onları ve seni özgür bırakıyorum. Artık polisler de peşinizden gelmeyecekler. Bu kadar.
Sato bir kıkırdadı. Sonra deli gibi kahkahalarla gülmeye başladı.
-Seni öldürmekten beter edeceğim!! Her saniye ölmeyi dileyeceksin!!!!!!
Kızıl Monarch, Sato'nun enerji akışını tekrar blokladı.
-Üzgünüm, Sato. Kimse beni yenemez. Ben tüm bu gezegenin sahibiyim. Medya elimde, insanlar benim yanımda, polisler benim, sonsuz gençliğe sahibim. Yani bana herkesin ortasında gelinlik giydirip üç adama tecavüz ettirsen bile bir şey olmaz. Bu kadar güçlü birisi öyle bir olay yüzünden kötü hissedecek bir gurura sahip değildir. Sevdiğim kimsem yok, kimi öldürürsen öldür bana zarar veremezsin. Gücümü elimden almaya da ne kadar insan toplarsan topla gücün yetmez.
Kızıl Monarch Polis Ordusu'nun özel büyüsü olan Kaos Zincirleri'ni kullanıp Sato'yu zincirledi. Sato bir köpekbalığı gibi kıvranarak Kızıl Monarch'dan sinirini çıkarmaya çalıştı.
-Canavar!!!!!!
Kızıl Monarch elini Sato'nun başına koydu.
-DaTa'yı hapishanede tutmamız iyi oldu. Hiçbir suçu yoktu aslında ama...
Sato'nun gözleri bir anlığına karardı. Sonra geri geldi.
-Sen kendini abartıyorsun. Bak bana Kızıl Monarch, bu hafıza silme taktikleri falan bana işlemez.
-Ne... Ah, Mahmut. Yine işlerime burnunu sokuyorsun. DaTa'yı bizden biraz daha sonra alsaydın.
Sato bir anlığına öfkesini bir kenara bırakmıştı. Şeytan olmak istiyordu o. Gerçek İblis'in ta kendisi olmak istiyordu. Kagura'nın intikamını alacaktı, bu kesindi. İblis'in yakıtı öfke değildi, o tamamen beynini kullanırdı. Mantığının ve nefsinin kölesiydi İblis. Sato şeytan olacaktı. Beynini kullanıyordu, Kızıl Monarch'ın dedikleri yapboz parçaları gibi yerine oturuyordu. Bu Mahmut her kimse esas İblis olan Kızıl Monarch'ın düşmanı olan bir kahramandı aslında! DaTa denilen adamı resmen Kızıl Monarch sonsuz güce erişemesin diye onun ellerinden çekip almıştı. Sato şeytani bir şekilde gülümsedi.
-Her şeyini biliyorum artık, Kızıl Monarch!! Hepinizi yok edeceğim, tüm Kızıl Monarch'ları...
Kızıl Monarch'ın yüzünde bir gülümseme oluştu.
-Ne yazık ki benden bir tane var, İstihbarat Ordusu gibi birkaç tane değil. Kendi değerini bil, hayatının değerini bil. Koskoca gezegenin biricik yöneticisi senin için geldi. Demek Kagura'yı sana unutturamayacağım. Benim de gücümün bir sınırı var demek... Hayır, istersem seni öldürebilir ve bilgileri arkadaşlarına ben veririm. Ama acı çek, suçunun cezası bu. Yargı'nın kendisi verdi sana bu cezayı.
Kızıl Monarch arkasını dönüp uzaklaştı. Sato şeytanca gülümsüyordu hala. Kızıl Monarch iyice uzaklaştığında serbest kalmıştı.
-Bu şehri yok etme zamanı... Mahmut'a ulaşmanın en kısa yolu bu olacak.
Kagura'dan kalan kılıcın içindeki tanrıyı da ele geçirmeliydi. Kılıcı eline alınca olanlar oldu.
-Loki... Artık senin gücün de benim.
.......
Sato şehrin tam üstüne altın alevli bir meteor düşürmeye başladı. Hüso ve arkadaşları uykuda oldukları için onlar bu şehri kurtaramazlardı. Bu kadar kalabalık, hatta gezegenin en kalabalık şehrinde bir kişi bile yoktu bu tehdidi durdurabilecek. Kızıl Monarch ofisinin balkonuna çıktı. Yüzünde bunu bekler gibi bir ifade vardı.
-Seni öldürmeli miydim, Sato?
Meteoru durduran kişi ama ne Kızıl Monarch'dı ne de Sidartra'ydı. O kişi Mahmut'dan başkası değildi! Bundan sonraki bir iki hafta medyada değişik komplo teorilerine neden olacaktı, bu kadardı meteorun etkisi. Sato, Mahmut'u takip etti, şehrin dışına kadar.
.......
-Ah, demek öldü.
Sato'nun düşündüğünün aksine bu Mahmut oldukça duygusal bir adama benziyordu.
-Bizim değerli bir dostumuzdu...
Sato öfkeyle bağırdı.
-Bırak numarayı! Bu işi neden yapıyorsun, gerçeği söyle! Biliyorum artık.
Mahmut ona boş gözlerle baktı.
-Sato, değil mi? Bizim kaldığımız yere gel orada konuşalım.
.......
Mahmut yolda onları gören oğlu Sidartra'yı da Hüso'nun yanında olmayan tek arkadaşı olan Yuki'yi bulmaya gönderdi. Mahmut'un ormandaki evine ulaşmışlardı. Evde sadece uyuyan bir kız vardı, bu Marquis'in öldükten sonra robotlaştırdığı sevgilisi Stella'ydı. Mahmut ikisine de bir kahve yaptı. Konuşmaya başladılar.
-Sato, sen de Kızıl Monarch'dan intikam almak istiyorsun demek.
-Onu yenebilecek tek şey senmişsin gibi konuşuyordu.
-Belki...
Mahmut düşünceli bir şekilde camdan dışarı baktı.
-Onu en iyi tanıyan benim çünkü. Sato. Artık vakti geldi. Sana, hayır, size tüm bunları neden yaptığımı anlatacağım.
.......
Sato duydukları karşısında beyninden vurulmuşa dönmüştü. Tabii, böyle bir şeyler döndüğünü tahmin etmişti ama.
-Ekibine katılmama izin ver. Hüso'lara düşman olarak değil, hepimize yardım edecek kişi olarak.
-Tamam. Hala umudum var, Sato. Onu kurtaracağım ve Kızıl Monarch'ın faşizmine son vereceğim.
-İblis'in ta kendisi o adammış aslında. Bunu yeni öğrenmedim ama asla unutmayacağım.
-Evet. DaTa kendi gücüne karşı başka bir büyü geliştirdi. Onu hepimizin üstünde kullanırsak Kızıl Monarch herkesin beynini yıkayabilir ama bizimkini yıkayamaz.
Sato güldü. Saatler önce ölmek istiyordu, fakat yaşamaktan hiç bu kadar zevk aldığını hissetmemişti.
-Merak etme, Kagura... Merak etme, dünyanın en güzel şeyi. Rahatça uyu. Her şeyi halledip yanına geleceğim.
Mahmut gülümsedi. Nasıl devam edecekti tüm bu olaylar?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Battland Maceraları Vol. 2
MaceraBattland Maceraları'nı okumak için: https://www.wattpad.com/story/76321977-battland-maceralar%C4%B1 Her bölüm ortalama 300 kelimedir. Bu yer beklediklerinden çok daha farklıydı. Hem her yer, hem de hiçbir yere benziyordu. Büyük güçler ve tehlikeler...